-muşum

29 Mart 2009 Pazar

0 yorum  

Seni bekler olmuşum.
Geldiğini görmüşüm.
Gittiğini… Gittiğini görmekten hep korkmuşum.
Sanmışım ki kapalı olursa gözüm sen gitmezmişsin.
Kapalı gözlerle, açık kalple yürümekten yorulmuşum.
Açmışım gözlerimi tüm cesaretimi toplayıp,
Bulamamışım seni ama.
Gitmişsin gerçekten uzaklara.
Kendimi sorumlu tutmuşum.
Gün geçtikçe sorunlu bir sorumlu olmuşum.
Kabuslarımda kendime gülüyormuşum.
Aşağılayıp dalga geçiyormuşum.
Ayağa kalkmak istemişim
Ama sorunluymuşum ya onu bile beceremiyormuşum.
Alışmışım bu duruma, seni yitirdiğimi kabullenmişim.
Tam, sorunluyu kendimden beraat ettirecekken sen çıkıvermişsin.
İnanamamışım ben sana.
Gözlerimin önünde olduğuna.
Kalbimin kalbine dokunduğuna.
Anlamışım işte o zaman.
Ya korkumdan gözlerim hep kapalı kalsaymış…!
Gittiğini görmeyecekmişim ama
Geldiğini de göremezmişim asla…


03.09.2008 / 00:49

Boş Kağıtlar

28 Mart 2009 Cumartesi

0 yorum  

Vakit akşama çalmaktaydı. Güneş eteklerini şehrin üzerinden çekerken, ufaklığın odasında tatlı bir telaş vardı. Annesi ufaklığın odasının kapısını açtığında, oda bomboştu. Annenin gözleri odayı taradı. Başka bir yerde olmadığına göre burada olmalıydı oğlu. Az önce koşa koşa yanından ayrılmıştı çünkü. Sonra yatağın altından geriye iki minik ayak belirdi. Anne gülümsedi, kapıyı çekti, çıktı. Belli ki ufaklık, sabahleyin bahsettiği hediyelerini hazırlıyordu. Gülümsemesi eksilmeden “Hayırlısı” dedi kadın yalnızca.


Kapının kapanmasıyla, o küçük beden paytak paytak, yatağın altından çıkmaya hamle etti. Heyecanla doğrulurken kafasını yatağa çarptı.
“Işş!”.
Bir anda yüzü buruştu, beceriksizce kafasını ovaladı. Yapacağı şeyi düşününce acısını unuttu. Yere tutunarak kalktı ayağa. Sendeledi bir an. Yatağın altından aldığı boya kalemini ve az önce habersizce ablasının masasından aldığı kağıtları yastığının altına sakladı ve içeriye annesinin yanına, mutfağa döndü.


Mutfak kapısının pervazına sarılır vaziyette durup, yemek yapan annesini bir süre dikkatle izledi. Aslında aklı annesinde değil, onlara hazırlayacağı hediyelerdeydi. Annesine, babasına ve ablasına, sevgisini ne şekilde ifade edeceğini bilemiyordu. Ondan, neden böylesine zorlu bir şey istemişlerdi ki sanki. “Uf keşke yajı yajmaşını biliyo olşam!” dedi sessizce. Döndü arkasını, minik adımlarla odasına doğru yollandı. Koridordan geçerken duvardaki tablolara dikkatli dikkatli bakıyor, sanki ipuçları yakalamaya çalışıyordu. Odasına girdi ve arkasından kapıyı sertçe kapattı. Yastığının altına sakladığı kalemi ve kağıtları çıkardı. Üzerinde boyama yaptığı küçük masasına dengesizce yerleşti. Ablasının ders çalışırken yaptığı gibi elindeki kalemin arka ucunu iki dudağı arasına sıkıştırdı. Bugüne kadar kalemleri ağzına soktuğunda annesi ufaklığa hep kızmıştı ama ablası ders çalışırken kalemi ağzına sokuyor olmasına rağmen kimse ablasına ses çıkarmamıştı. Bundan sonra o da ablası gibi yapacaktı. Hem demek ki yazı yazılırken böyle yapılması gerekiyordu. Kalemin bir ucu dudaklarının arasında, diğer ucu elinde, kalemi sallıyordu. Fazla hızlı sallamış olacak ki bir anda kalem ağzından kurtulup sağ gözüne çarptı. Ufaklığın kaşları çatıldı. Acemiydi daha, böyle olması normaldi değil mi? Kaleme sinirli bakışlar fırlatıp, yapmak istediği şey üzerine odaklandı. ‘Anne’ yazabiliyordu ama ya ablası ve babasına ne yazacaktı? “Ooşun, ben de hepşine ‘anne’ yajayım” dedi bilmiş bilmiş. Kalemi elinde düzeltti, kağıtlardan birini önüne çekti. Kağıda iyice eğilip ve harfleri ablasının ona öğrettiği gibi dikkatlice yazmaya koyuldu. Bütün harfleri tamamladıktan sonra kafasını kaldırdı, kağıda baktı. Beğenmemişti. Tek bir el hareketiyle yere itti kağıdı. Temiz, başka bir kağıt çekti önüne. Annesi ve ablasına çiçek, babasınaysa top çizmeyi düşündü. Dilini çıkarıp, sol yanına yaslayıp, ısıra ısıra, dikkatlice resmi çizmeye çalıştı. Çiçek, oluyor gibiydi. Kaldırdı başını, devirdi gözlerini “Oomadı yaa” dedi. Bu kağıt da yerdeki diğer beğenilmeyenler arasına katıldı…
Derken ufaklığın heyecanı arttı, yerdeki beğenilmeyen çizimlerle birlikte.





Saatler geçmiş, yemek yenmiş, bir-iki dizi seyredilmiş, ufaklık sütünü çoktan yudumlamıştı. Elinde ayıcık resimli bardağıyla, üst dudakları sütlü sütlü, koltuğun kenarına kıvrılmış halde uyuyakalmıştı. Annesi ufaklığın bu haline gülümsedi. Yatağına götürmeden önce oğlunun ağzını temizlemek için hamle ettiğinde, ufaklığın o ufacık gözleri aralandı.


Annesinin bir şey demesine fırsat olmadan, hazırladıklarını getirmeye gitti. Çok geçmeden geri geldi. Annesi, babası ve ablası meraklı gözlerle ona bakıyorlardı. Elinde üç adet özensizce katlanmış kağıt vardı. “Şije mektup yajdım” diyerek sırayla uzattı annesine, babasına ve ablasına. Ufaklık heyecandan yerinde duramıyordu. Gözlerini annesinin bakışlarına dikti, tepkisini merak ediyordu çünkü. Annesi kağıdı açtı ve boş boş baktı. Sonra hafifçe gülümsedi. Oğlunun saçlarını okşayarak “Canım benim, ama bu kağıt boş” dedi. Babasının ve ablasının kağıdı da boştu. Kimse bir şey anlamamıştı. Ama bu yaştaki bir çocuğun bunu bile düşünmesi hepsinin çok hoşuna gitmişti. Ufaklık bir anda tuhaflaştı. Parmak uçlarına kalkıp, annesini bileklerinden aşağı çekiştirerek kendi hazırladığı kağıda dikkatlice baktı. Öyle bir bakıyordu ki kağıda, gözleri şaşılaşmıştı. “İşte yaa” dedi ufaklık, sessizliği bozarak. Belli ki kimsenin göremediği bir şey görmüştü. “Mektuplayınıja öpüşük yajdım hepinijin”.


Ufaklık, kağıdın her birine bir öpücük kondurmuştu. Saatlerce uğraşıp da yapmaya çalıştıklarını beceremeyince, aklına böyle bir fikir gelmişti. Ailesinden kimse böylesine değerli bir hediye almamıştı belki de şimdiye dek… O zaman anladılar ki boş bir kağıt, ancak bu kadar değerli olabilirdi. Kağıtlardaki görünmeyen öpücükler, ailesi tarafından ufaklığın yanaklarına iletildi, en sıcak şekilde…


10.02.2009 / 01:23

Nelere Kâdirsin Mavi

0 yorum  


Azad ediyorum beni kendimden…
Eğer sahibi bensem, nasıl olsa bana geri döner, biliyorum.
Yelkenlerimi suya indiriyorum, yüreğimi yelkenliye bırakıyorum, yelkenliyi de uçsuz bucaksız okyanusa… Yüreğim nefes alsın istiyorum.


Kapatıyorum gözlerimi, bir mavilik duyuyorum kulaklarımda, burnumda, ayaklarımda… Tenime dokunuyor mavi bir hava… Hayallerim uçuşuyor mavi gökyüzündeki pamuk yumağında…
Serin bir mavilikle irkiliyorum. Atıştıran mavilik, beni gülümsemeye alıştırıyor. Gülümseyen yüzüme mavilik damlıyor. “Ben yeşili severim” diyorum ancak mavi şu anda daha cazip geliyor. Yüreğimin aynasına bakıyorum, gözlerim mavi parlıyor… Aa! Kanayan yüreğim de mavi ışıldıyor… Hayret ediyorum, maviyi sevmeye başlıyorum. Aman yeşil duymasın!...


Seyr-i mavilik ne güzel.
Yüreğimin yelkenlisindeyim şimdi. Ağır adımlarımı maviliğe vuruyorum. Rotamı maviliğe çeviriyor ama sonsuzluğa gidiyorum. Tek başınayım. Bilinmezliğe gitmek, tek başıma olmak beni huzursuz etmiyor. Mavi kokulu bir rahatlık var çünkü içimde. Yüreğim hareketsizce duruyor. Yaşıyor mu bilmiyorum, zaten ilgilenmiyorum. Ne kadar rahatım değil mi! İlahi mavi!... Başımı gökyüzüne kaldırıyorum. Beyaz da beni hep cezbetmiştir, gülümsüyorum… Yükseliyorum…


Bulutların içi ne güzel.
Yüreğini senden uzakta bırakıp havalanmak farklı bir deneyim… Buralar beyaz kokuyor. Parlayan beyazlık gözlerimi alıyor. Zaten yüreğim de yok. Eksiliyor muyum ne? Ziyanı yok.
Etrafa bakıyorum ama bu temizlikte kimse yok. Ben bunu hak edecek ne yaptım diye düşünüyorum. Sonra kafa yormamaya başlıyorum. Aa! Şu hemen önümdeki bulut, bir kediyi ne kadar da çok andırıyor. Çocuk muyum ne? Hemen de oyuna daldım.
Ne garip! Beyaz esiyor buralar. Mis gibi beyaz doluyor içim. Yüreğimin boşluğunu da doldurmuş oluyorum… Bastığım yere bakıyorum, ancak bir şey gözükmüyor. Boşlukta mıyım? Aşağıda okyanus gözüküyor, bir de yelkenli. Hatırlıyorum, yelkenleri suya indirmiştim, yüreğimi de yelkenliye, yelkenliyi de okyanusun orta yerine… Adım atıyorum. Düşüyorum…


Okyanusun dibi ne güzel.
Etraf siyaha çalmış bir mavilikle kaplı. Yerlerdekilerin ne olduğunu çıkaramıyorum. Eğiliyor, yerden bir tanesini alıyor, incelemeye koyuluyorum. Ne olduğunu anlamak pek de vaktimi almıyor. Siyahlara bürünmüş bir kalp… Kirlenmiş, heba edilmiş… Ama şimdi maviye çalıyor, kendini yeniliyor, belki de kendine yeniliyor… Bu manzara içimi acıtmıyor. Rahatım çünkü. İçimde mavilik ve beyazlık dört dönüyor. Yavaş yavaş suyun üzerine doğru yüzmeye başlıyorum. Tenimi yalayıp geçen serinlik, beni benden alıyor…


Suyun üzerindeyim. İşte yelkenlim.


Yelkenlinin üzerindeyim. İşte yüreğim.
Yüreğimi elime alıyorum. Siyahlığına bakıyorum. Yüreğime gülümsüyorum.


Azad ediyorum beni kendimden.
Eğer sahibi bensem, nasıl olsa bana geri döner, biliyorum.
Yelkenlerimi suya indiriyorum, yüreğimi okyanusa bırakıyorum.
Yüreğim nefes alsın, siyahlığı maviye çalsın, kendini yenilesin hatta belki de kendine yenilsin istiyorum…


26/27.01.2009

Gölge Oyunu

0 yorum  

Yorulmuştu… Gün içerisinde pek de bir şey yaptığı söylenemezdi. Biraz ortalığı toparlamış, ders çalışmış, bir şeyler okumuştu. Ama yorgundu işte. “Kafa yorgunluğu” dedi, pek de üstünde durmadı. Haftalardır bu haldeydi zaten. Herkes çoktan uyumuştu. Evdeki sessizlik onu daha bir yordu. Yatağa kadar gitme çabasına girmedi. Uzandı koltuğa. Üstüne de bir battaniye, tamam işte.


Yorulmuştu… Ama uyuyamıyordu. Kafasındaki düşünce girdabında savruluyordu. Gözünü kapattığında başı dönüyordu savrulmadan kaynaklı. Açtı gözlerini, dikti duvara. Sokak lambalarının ışığı odanın duvarına yansıyordu. “Ne güçlü ışıklar” diye düşündü. Halbuki ışıkların güçlü olması onu ilgilendirmiyordu. Amacı sadece kafasını dağıtmaktı. Kapattı gözlerini yeniden. Ama aklı duvardaydı bu sefer.



Açtı gözlerini.


Uydu alıcısındaki saat 02:54’ü gösteriyordu. Battaniyenin altına sinmişti iyice. Ama hala duvarı gözlüyordu. Çünkü duvarda bir hareketlilik vardı. Ya da arkasındaki hareketlilik duvara yansıyordu. Duvardaki siluetleri görmenin etkisiyle oluşan korku, içini titretti. Hayır hayır soğuk değildi, korkudan titriyordu. Sanki ona yaklaşan bir şey vardı. Adım adım… Gittikçe yaklaşan bir şey… Görüyordu duvardaki gölgesinden. Soluk alıp verişlerini duyuyordu, hemen kulağının yanında bir sıcaklık hissetti. Gömüldü battaniyenin içine…
İçeriden sesler geliyordu, belli ki biri su içmek için uyanmıştı… Rahatladı…



Açtı gözlerini.


Uydu alıcısındaki saat 02:54’ü gösteriyordu. Belli belirsiz gölgeler dans ediyordu duvarda. Yavaşça… İzlemek huzur veriyordu. İzliyor, gülümsüyor, daha iyi görebilmek için kafasını battaniyenin altından iyice çıkarıyordu. Bir yüz vardı. Değişik ve komik şekillere giriyordu. Kıkırdamasını zor bastırdı. Sessiz olmalıydı. Aynı odada kardeşleri de yatıyordu çünkü. Elini ağzına kapatıp gömüldü battaniyenin içine…
İçeriden sesler geliyordu, belli ki biri su içmek için uyanmıştı…



Açtı gözlerini.


Uydu alıcısındaki saat 02:54’ü gösteriyordu. Galiba fırtına vardı dışarıda. Ses duyulmuyordu ancak duvardaki hareketliliğe bakılırsa rüzgarın çok sert olduğu belliydi. Ürperdi bir anda. Sanki dışarıda yürüyormuş gibi rüzgarı içinde hissetti. Pencereden dışarı bakmaya cesaret edemedi. Oldum olası fırtınadan ürperirdi. Dışarıyı hayal etti. Savrulan yapraklar çöpler, kökünden çıkacağını sandığı ağaçlar, gözlerini korumaya çalışan insanlar... Yok yahu ne alaka? Gecenin bu vakti insanın ne işi var dışarıda! Duvardaki hareketlilik devam ediyordu. Fırtına onu üşütüyordu. Gömüldü battaniyenin içine…
İçeriden sesler geliyordu, belli ki biri su içmek için uyanmıştı… Rahatladı…



Açtı gözlerini.


Uydu alıcısındaki saat 02:54’ü gösteriyordu. O vardı karşısında. Hayret etti. Onun düşüncesinden uzaklaşmıştı halbuki. Daha gözyaşları kurumadan yine karşısına çıkmıştı. Duvarda duruyordu işte. Bir şeyler söylemeye yeltendi, ağzını araladı, komik bir cikleme haricinde başka bir şey duyulmadı. Duvardaki gölgeyle konuşmak ne kadar mantıklıydı? Duvardaki gölge gülümsedi. O da yaptığından utandı. Garip bir gülümseme eşliğinde gömüldü battaniyenin içine…
İçeriden sesler geliyordu, belli ki biri su içmek için uyanmıştı…



Açtı gözlerini.


Uydu alıcısındaki saat 02:54’ü gösteriyordu. Önce saati yoklayan gözlerini, duvara çevirdi. Bekliyordu. Bekledi, bekledi, bekledi… Kaşları çatıldı hafiften. “E hadi ama!” dedi kısık bir sesle. Duvarda oluşacak gölgeyi bekliyordu. Ne gelen vardı ne giden. “Saat doğru, tam vakti” dedi. Bu saatte görmüştü sanki. Gelmesi gerekirdi. Ama hiçbir hareketlilik yoktu. Duvara yansıyan ışık vardı ama ötesi yoktu işte. Belli ki gölge ona oyun etmişti. Kızdı. Battaniyeyi tuttuğu gibi üstünden çekip attı. Kalktı. Yavaşça ve sessizce mutfağa yollandı. Sessizce… Aynı odada kardeşleri de yatıyordu çünkü.
Ne yaptığını tam kavrayamadı ama belli ki su içmek için uyanmıştı. Birkaç yudum aldı… Rahatladı…


20.01.2009 / 01:30 suları ve sonrası…

Sana Dair - 2

0 yorum  

Seni düşündüm düşündüm, sonra düşündüklerimi fısıldadım kalemime. Aramızda kalacağını sanmıştım. Ama aldattı kalemim beni, anlattı kağıda hepsini. Öğrenmeni istedim ilk başta. Ama sonra… Ama sonra düşününce korktum. Hem de çok. Seni bu kadar çok sevmeme karşı, olur da çok küçük bir ihtimal sen beni seversin de ben seni mutlu edemem diye çok korktum, korkuyorum. Bu korkuyla umudumu kaybettim. Sevmeye, sevilmeye tedirgin oldum…


Seni mutluluğa o kadar layık gördüm ki…
Elimden gelse canımı veririm, sadece mutlu ol diye… İçim acıdı senin canının sıkkın olduğunu duyduğumda… Ne yapabilirim diye düşündüm. Ama sonra bir de baktım ki ben sana çok uzağım. Elimi uzatamam, uzatsam da dokunamam, dokunsam da bu kişi ben olamam… İstemezsin beni bilirim… İstemezsin beni bilirim... İstemezsin beni çook iyi bilirim... Sana hak da veririm. Ama sen de bana izin ver seni seveyim…


-Gözlerimden akan yaşlara mani olmak ne mümkün...-


Seni çok özlüyorum. Özledikçe daha çok seviyorum.
Seni çok seviyorum. Sevdikçe daha çok özlüyorum.



Sen, ben ağlarken yüreğime düşen, yüzümdeki gülümsemeye değen, gözümdeki yaşa bulanan gökkuşağımsın.
Sen, farkında olmadan beni benden alan, arayıp da bulamadığım, bulup da ulaşamadığımsın.


İçimdeki sen bilinmezine düştüm, boğuluyorum
Belki elimi tutar da beni kendine çekersin, bekliyorum
Gözümdeki yaşı silmesen de olur
Zaten elinin bana değmesinden korkuyorum.

-Nefes almam güçleşir...-


İçimdeki sen… İçime işleyen… Ulaşamadığım… Sevmekten korkmadığım… Ne yaptığımın farkında olmadığım… Uzaktan baktığım… İçime sakladığım… Nefesimi tuttuğum… Tutup da seni salmadığım… Hayalime sardığım… Sarıp da sarmaladığım… Samimiyetine hasret kaldığım… Seni ne çok sevdiğimi, inan ben de anlamadım…


21.12.2008 / 16:37

Sana Dair - 1

0 yorum  

Uzak kalmak istedim. Hoş, bunu gerçekten de istedim mi bilmiyorum ya. İçimdeki ateşin küllenmesi için şart gördüm. Ama nafile! Ben uzaklaştıkça, düşünmemeye çalıştıkça daha çok yerleştin yüreğime. Her nefes alışımda biraz daha, biraz daha işledin işledin içime. Seni yüreğimden atabilmek için nefes mi almamam gerekiyor? Nefessizliğe dayanırım ama içimdeki Sen olmadan asla! Sana biriktirdiğim özlemle yaşıyorum ben aslında. Gözlerimde Senin gözlerin, sözlerimde Senin sözlerin var şu aralar. Sevdiğin şeyleri sevmeye çalışıyorum bir gayret. Sorulan sorulara Senin gibi cevaplar veriyorum gayr-i ihtiyari.


Gün geçtikçe Seni içimde büyütüyorum. Seni içimde, en gizli yerimde saklıyorum. Nereye sakladığımı da unutmaya çalışıyorum ki olur da birileri benden Seni isterse, Seni bulamayıp da onlara veremeyeyim diye.


Seni, Senden izinsiz seviyorum; yoksa bana müsaade etmeyeceksin, biliyorum...
Seni, Senden uzakta seviyorum; yoksa buna dayanamayacağım, biliyorum...

Rüyalarıma giriyorsun artık, olmasını istediğim şekilde. Bana bir tek rüyalarımda gülümsüyorsun. Rüyalarımda sıcacık konuşuyorsun, şimdiki gibi soğuk sözler yok, her kelimenden bir anlam çıkarmaya çalışmıyorum rüyalarda. Direk bana hitap ediyorsun biliyorum. Hepsi bir rüya olduğundan her şey olmasını istediğim şekliyle...


Beni seviyorsun biliyorum ama benim Seni sevdiğim gibi değil. Olsun ben buna da razıyım. Seni mutlu edecek kişilere de amenna. Sebebi ben olmasam da olur. Seni mutlu göreyim yeter bana. Ben arkadaşın kalsam da olur. Yeter ki buna izin ver. Seni mutlu görmek her şeye bedel. Seni üzgün görmek, emin ol sevip de karşılık görememekten çok daha acıdır bana.


Senin için asla bir değerim olmayacak, biliyorum. Beni asla benim Seni sevdiğim gibi sevmeyeceksin, biliyorum. Hatta istesen de sevemezsin. Çünkü ben... Çünkü benimkisi ilk. En saf, en temiz haliyle... Ben daha önce hiçkimseyi sevmemiştim. Bu yüzden Sen benim ilkimsin... Ve düşünemiyorum Senden başkasını bu gönülde...


Ama dediğim gibi beni sevmesen de, başka birini tercih etsen de Sen mutlu ol yeter, bir başkasıyla mutlu olsan bile... Ama ne olur bu söylediklerimden sonra, ben gönlündeki kişi olmasam bile, arkadaşlığını bana çok görme... Ben Seni öyle de severim, böyle de...


Ben Seni öyle de severim, böyle de...


16.12.2008 / 23:21

Boğaz'a Nazır Ben

0 yorum  


Naneli sakızım var şimdi ağzımda
Karşımda bir boğaz manzarası ki sorma!


Bugün dinginim.
Ama gemiler pek de öyle değiller, aceleleri var belli... Hiçbiri benim gibi sessiz sedasız bir köşeye çekilmiş değil, hızlı hızlı ilerlemekteler...


Bugün dinginim.
Ama insanlar pek de öyle değil, belli... Ben ruhsuzca otururken bankta, yanımdaki kız, kızdı erkek arkadaşına ve başladı ağlamaya. Kalktı, banktan gidiyordu, çocuk yetişti kıza, sarıldı sonra. Kız da affetti galiba...


Bugün dinginim.
Ama parkta oynayan kız pek de öyle değil, belli... Oyuncak bebeğini koymuş salıncağa, bir güzel sallıyor heyecanla...


Bugün dinginim.
Ama şuradaki ambulans pek de öyle değil, belli... Basıyor sirene kızgınlığını haykırırcasına, kim bilir ne halde içindeki hasta...


Bugün dinginim.
Ama önümdeki dalgalar pek de öyle değil, belli... İçindekileri kusarcasına çarpıyor kayalara. Bir derdi var belli. Soruyorum denize, belki bana anlatırsa diye. Ben derdini dinlemeyi beklerken sitem ediyor bana. E aslında haklı da! "Senin için bu kadar doluyken bir de benimkileri ne yapacaksın?" diyor. Halbuki benim içimde ne varsa!... "İtiraf edeceksin" diyor, "ama bir zaman sonra..." Susuyorum, cevap vermiyorum. Denizin bunları nasıl anladığına şaşırıyorum...


Bugünkü dinginliğimi bir kenara bırakıyorum.
İçimi yine bir heyecan kaplıyor. Biliyorum, bu heyecanı daha önce hiç tatmadım. İçimi kıpır kıpır yapan, iştahımı kaçıran bu heyecandan şikayetçi değilim. Adını bilmiyorum ama sebebi belli galiba. Sorgulamıyorum o zaman...

Kapatıyorum gözlerimi, düşünüyorum yine o gülüşleri...


03.12.2008 / İkindi vakitleri...

Karanlıkta...

0 yorum  

Yürüyorum…

Her yer karanlık. Çok karanlık. Zifiri derecede.
İlerlemek için sırayla öne savurduğum ayaklarımı belli belirsiz hissediyorum sadece.
Önünü göremeden nasıl ilerler ki insan? Ama gidiyorum işte. Sağa, sola, arkama bakıyorum hiçbir şey gözükmüyor. Ama yolu biliyorum sanki. Hep ilerlediğim yol bu. Sessizce devam ediyorum yoluma. Arada bir ani ışıklar çakıyor. Korkuyor muyum ne?


Ürperiyorum…


Soğuk. Çok soğuk. Ayaza çalmış. Titriyorum soğuktan, yüzüm buz kesmiş. Ama anlamlandıramadığım bir sıcaklık var ellerimde. Belki de şu anda sıcak olan tek uzuvlarım; ellerim. Yüzüme dokunduruyorum ellerimi, ellerimdeki sıcaklık akıyor yüzüme. Bir rahatlama dalgası sarıyor beni. Ellerim yüzüme yapışık yürüyorum bir süre. Yoruluyor ellerim ve indiriyorum. Yüzümde izi kalan sıcaklık azalıyor gittikçe. Sonra kaskatı bir soğukluk bırakıyor yerine. Yüzümde bir şeyler donuyor, anlamıyorum.


Bir ışık huzmesi…

Gözümü alıyor bu ışık. Nereden, nasıl geldi hiç bilmiyorum. Işık alacak bir yer de yok ama… Geriye dönüp bakıyorum, belki arkamdan gelmiştir diye. Yok, orada da yok.
O da ne? Yerdekiler!? Parlayan bir şeyler vardı. Kırmızı…
Işık kayboluyor, her şey yeniden kararıyor.
İlerlemek için sırayla öne savurduğum ayaklarımı belli belirsiz hissediyorum sadece.
İlerliyorum gayr-i ihtiyari. Ritim tutuyorum sessizce.


Çığlıklar…


Duyuyorum, az ileriden bir yerden çığlıklar geliyor. Bu karanlıkta ne işi var insanların acaba? Hiç duraklamadan ilerliyorum. Olacağı varsa olur, biliyorum. Dudaklarım kıpırdıyor ancak ne söylediğimi çıkaramıyorum.
İlerlemek için sırayla öne savurduğum ayaklarımı belli belirsiz hissediyorum sadece.
Üşüyorum ama ellerim hala sıcak. Sesler yükseliyor. Yine karanlık ama fark ediliyor bir şeyler olduğu. Farkında olmadan duruyorum. Gözlerim takılıyor bu manzaraya.


Seyre dalıyorum…


Kuyu var. Nasıl denir, böyle sanki huni gibi. Meyilli ve ağzı aşağı doğru daralıyor. İnsanlar var çevresinde bu kuyunun. Birbirlerini görebiliyorlar mı şüpheliyim ama ben onları görüyorum, onlar da görüyorlardır birbirlerini o vakit diye düşünüyorum.
Ağlıyorlar. Ellerini uzatmışlar kuyunun ağız kısmına doğru. Yerler parlak. O yüzden ıslak mı değil mi kavrayamıyorum. Mermer gibi sanki. Ama kaygan olduğu her halinden belli. İçine düşen insanlar var. Diğerleri de ellerini uzatmış, düşenleri kurtarmaya çalışıyorlar. Ama nafile. Çığlık çığlığa düşüyorlar… Farkında olmadan ellerimi gözlerime götürüp akan birkaç damla yaşı silmeye çalışıyorum. Ellerimin değdiği yerler yine o tarifsiz sıcaklığa maruz kalıyor. Rahatlıyorum yine yürümeye koyuluyorum.


Yine ışık…

Taş çatlasın üç saniye sürüyor yine. Anlayamıyorum. Farkında olmadan geriye dönüp bakıyorum.
O da ne? Yerdekiler!? Parlayan bir şeyler vardı. Kırmızı…
Işık yeniden kayboluyor, her şey yeniden kararıyor. İçimdeki korku kokulu heyecan yerini dinginliğe bırakıyor. “Kibritçi Kız’ı mı oynuyorum?” diyorum içimden.
Sonrasında ilerlemek için sırayla öne savurduğum ayaklarımı belli belirsiz hissediyorum yine.


Üşüyorum ama ellerim sıcak…


Çok karanlık, çok soğuk. Uğulduyor kulaklarım. Karanlığa boğulmuş sesler, hiçbir şey duyulmuyor. Ay çıkıyor. Görüyorum. Etraf biraz belirginleşiyor. Etrafı keşfetmeye çalışıyorum. Hiç tanımadığım bir yer burası. Tanımlayabileceğim şeyler değil gördüklerim. Gözler var sanki her yerde. Kaymış bozulmuş suretler…
Bir yerden bir ses geliyor. Çok hafif ama. Zar zor duyabiliyorum.
Pıt… Pıt… Pıt…
Geriye dönüp bakmayı ihmal etmiyorum. Nereden geldim, nereye gidiyorum?
O da ne? Yerdekiler!? Parlayan bir şeyler var. Kırmızı…
İçimi heyecan dalgası sarıyor. Yoksa… Yoksa…


Korkuyorum, koşmaya başlıyorum…

Gücüm yettiğince, nefesim el verdiğince… İlerleyip ilerlemediğimi bilmiyorum ama koşuyorum. Nereye bu kaçış, neyden, kimden kaçıyorum? Suç mu işledim?
Bana bakan anlamsız gözler, şekli bozulmuş suretler, zar zor duyabildiğim ses hala daha var. Yüzüme çarpan soğuk beni boğuyor. Yakıyor.


Nefes nefese kalmışım…


Ayaklarımın dermanı kesiliyor. Arkama bakıyorum nedensiz, yavaşlıyorum sebepsiz. Duruyorum, kalıyorum ki başka seçeneğim de yok. Ellerimi dizlerime dayayıp, belimi büküp uzun uzun soluklar alıp veriyorum. Ellerimin değdiği dizlerimde, bir fazlalık ve o hoş sıcaklığı hissediyorum. Garipsiyorum, önemsemiyorum. Nefeslerim seyreliyor, ben doğruluyorum. Sırtımdan terler akıyor gıdıklama eşliğinde. Gülümsüyorum, bebek misali mayışıyorum. Sonra soğuyor, bu soğukta buz kesiyor. İrkiliyorum, çok üşüyorum. Üstümdeki kabanın düğmelerini ilikliyorum, bir güzel kenetliyorum kollarımı, bedenime giren soğuğu kesmek amaçlı. Ellerim dolu gibi. Olsun ziyanı yok. Onlar sıcak ya, yeter bana.
Bir yerden bir ses geliyor. Çok hafif ama. Zar zor duyabiliyorum.
Pıt… Pıt… Pıt…
Çıplak ayaklarıma ellerimdeki sıcaklık yayılıyor yavaş yavaş. Nasıl yani yaa? Ayaklarım parlıyor. Kırmızı…
Ayaklarıma eğilmiş bakarken gözlerim göğsüme takılıyor. Göğsüm parlıyor. Kırmızı…
Ve göğsüme soğuk doluyor. Yeni fark ediyorum bunu. Sanki bir boşluk var ve soğuk oraya doluyor. Kabanımı açıyorum, tarifsiz boşluğu anlayabilmek için.


Aman Allah’ım!

Yüreğim yok. Yeri oyulmuş, tırnaklanmış gibi. Göğsüm kanlar içinde. Canım çok yanıyor yeni fark ediyorum. Dizlerimin bağı çözülüyor. Zor duruyorum.
Ellerim…
Ellerim…
Bu elimde fazlalık hissettiğim şey…
O da ne? Ellerimde parlayan bir şey var… Kırmızı her yeri…
Ellerim titriyor. Hani sıcacıktı? Hani üşümüyordu?


Ellerim buz kesiyor, çok üşüyor…

Soğuktan korumak için yüzüme koyduğum ellerim… Gözyaşımı silmek için yüzüme sürdüğüm ellerim… Dinlenmek için dizlerime dayadığım ellerim…
Anlayamıyorum bu nasıl olur? Ne işi var yüreğimin benim ellerimde…


Diz çöküyorum zira artık dayanamıyorum. Ellerimi dua eder vaziyette birleştirip, ay ışığında karanlığa kaldırıyorum.
Bir yerden bir ses geliyor. Çok hafif ama. Zar zor duyabiliyorum.


Pıt… Pıt… Pıt…

Gözlerimin karardığını fark ediyorum; ancak karanlıkta bunu nasıl anladım bilmiyorum. Yere yığılıyor, bedenimi karanlığa ve soğuğa teslim ediyorum…

08.01.2009 / 22:26

Yalnızlık...

0 yorum  

Kendimden önceki son çıkış, kendime varmadan son kaçış…
En ihtiyacım olan, beni en sarpa saran…
Seviyorum aslında yalnızlığı. Yalın olan güzeldir. Güzel olan da yalın mıdır? Ah keşke olsa. Ama bilmem belki de öyledir.
Dışarı çıkıyorum kalabalık. Arabaya biniyorum, dükkana giriyorum, eve dönüyorum kalabalık. Ama ben tüm kalabalıklara ve tüm kabalıklara inat yalnız…
Şimdi mesela… Aldım yalnızlığımı yanıma, başlıyorum yazmaya. Ama o da ne? Yalnız değilim. Her bir yanım kelime. Bir duygu seli, boğuluyorum galiba… Kelimeler kalemimle dans ediyor ama benimle oyun oynuyorlar. Varsın oynasınlar. Ben de onları kullanmayı seviyorum. Nasılsa yalnızız, kimse görmez onları kullandığımı…
Konuşuyorum sevdiklerimle, bitince konuşma gönlümün, beynimin, benliğimin elektrikleri kesiliyor. Korkuyorum işte o zaman; karanlıktan ve yalnızlıktan… Ben hep yalnızsam hep korkuyorum demektir. Peki bendeki bu cesaret neyin nesi? Yalnızlıkla bir alakası olmasa gerek.


Yalnızlığımı paylaşmak istemiyorum kimseyle
Seni düşünüyorum çünkü o vakitlerde sessizce…



Neden kendimi soyutluyorum, kendimi neden soyutluyorum? Buna bir anlam veremiyorum. Çoğu zaman insanlara güvenmiyorum. Zor seviyorum, çabuk kaybediyorum. Ve sonra…
Ve sonra yıkılıyorum. Büyük düşler altında eziliyorum….


Bu viraneye inat seveceğim seni!


- İçeriden ses geliyor -


Hani yalnızdım? Evet yalnızım. İçerideki ses beni alakadar etmiyor…
Ama beni bir gören var.


- Kafamı kaldırıyorum yukarıya, O’nu çoğu zaman ihmal edişim utandırıyor bu defa –


Biliyorum beni en garanti seven O. Benim de O’nu sevdiğimi biliyor. En korktuğumda, en bunaldığımda demiyor muyum O’na: “ Varlığını hissettir bana ”. Ağlayarak söylemiyor muyum O’nu çok sevdiğimi, O’nu iyi ki bildiğimi… Ve sonra hissettirmiyor mu varlığını bana…
Taş çatlasa biraz yalnız kalıyorum, gerçi taş da çatlamaz ya…


Seviyorum yalnızlığı, çekiyorum içime. Kokusu şey gibi… Islak toprak. Ferahlatıyor mu ne? Bu kokuyu hep duymak istiyorum. O zaman tek çare, “yalnızlık” diyorum…


Islak toprak kokuyorsun yalnızlığım
Bu yüzdendir kendimi senden koparamayışım.
Seviyorum seni, sadece seninle ya da benimle
Ne fark eder ki; benliğim zaten seninle özdeşleşmekte…

Hiç tatmadığım için bilemiyorum. Belki de sevilmez yalnız olan yalnızlık. Ben hep kalabalıklar içinde yalnız olduğum için, seviyorum seni ölesiye…


- Yalnızlığın bu ilan-ı aşk karşısında yanakları al al oluyor -
- Onun bu hali karşısında benim de yüzüme bir gülümseme oturuyor -


Nazlı yalnızlık! Gelmezsin herkese öyle, bence de gitme. Seni hak edene git, benim gibi ölesiye sevene.


- Ablamdan mesaj geldi -
- Yalnızlığın yüzü asılır –


Ne oldu yalnızlık? Yalnızız burada, anlat bana!


“Oynama benimle kızım!
Seni sevenler var, seni bana bırakmayanlar var.
Biz seninle beraber olamayız!...”



- Boynum bükülür -


Evet onları çok seviyorum, çünkü onlar da beni seviyor biliyorum. Ama aramıza girdiler diye düşünme. Onlar yanımdayken de ben seninle olmak istiyorum. Nedendir bilmem, onlar hep anlık. İsterdim hep benimle olsunlar; ama olmuyorlar işte… Hissediyorum sözlerinin sıcaklığını, samimiyetini içimde ama elime de dokunsalar keşke. Gözüm onları aradığında olmuyorlar yanımda. İşte o zaman sen beni yalnız bırakmıyorsun yalnızlık. Yine kalıyoruz bu durumda baş başa…


Beni yalnız bırakma yalnızlığım,
Yalnız sanadır ayrıcalığım.



Yalnızlığım yanımda gidiyorum uzaklara, yanımda bir tek O’nla…
01.12.2008/ Akşamı

İçinden Sadece Yürümek Gelmişti

0 yorum  

Sokağa çıkmıştı, yürüyordu. Havada bir karamsarlık, onun içinde ise bir endişe… "Herhalde yağmur yağacak, havanın bu hali de bundan olmalı" diye düşündü. Acaba yanlış mı düşünüyordu? Ne dersiniz? Bunun cevabını kimse bilmiyordu. Yerler ıslaktı. Yağmur henüz yağmamıştı. "Peki neden yerler ıslak?" diye sordu kendi kendine. Az ileride kanalizasyon borusunun patlamış ve içindekilerin her yana yayılmış olduğunu görecekti. Ama bunun için biraz daha sabretmesi gerekiyordu. Az daha. Şu köşeyi de dönsün işte orda patlak boru! Ve döndü, gördünüz değil mi, işte döndü. Bir anda lağımın o iğrenç kokusu genzini yaktı. Peki buraya gelene kadar neden bu kokuyu duymamıştı? Zaten duysaydı bu sokağa da sapmazdı. "Öff pantolonumun paçaları da batmış". Sonradan fark etti. Bu en son aldığı takımdı. Bunu da fark edince daha bir içerledi. Bu takıma çok para saymıştı be. Pantolonun paçasına bakarken bir çukura düştü. Hafif sendeledi ama olan olmuştu. Pantolon iyiden iyiye batmıştı. "Artık yapacak bir şey yok" diye düşündü. Acı bir fren sesi duyuldu. Son sürat gelen bir otomobil köşeyi dönerken patenaj yapmış hem kendi lastiklerini yakmış hem de onun, yüzü de dahil olmak üzere her yerini batırmıştı. "Şimdi sadece pantolonum değil benim de temizlenmem gerekecek" diye düşündü. Bir anda duştan çıktıktan sonraki rahatlığı anımsadı. "Mükemmel, derhal eve gitmeliyim" dedi ve adımlarını sıklaştırdı. Ama canı bir şeye sıkılıyordu. İçindeki huzursuzluk hala dinmemişti. Her an bir şey olacak korkusu, ister istemez çok daha hızlı yürümesine sebep oldu. Bir anda her yer aydınlandı ve bir gürültü… "Hayııır! diye bağırdı. Bir şey mi olacaktı; yoo bilmiyordu. Etrafına bakındı, acaba bağırırken beni birileri duydu mu diye. Kendinden başka kimse yoktu sokakta. Bu durumu garipsedi önce daha sonra saatin çok geç olduğunu fark etti. "İnsanlar bu saatte uyuyor olmalı, o zaman gariplik bende değil mi, ben neden sokaktayım?" Başladı kendi kendine konuşmaya.


Biz bırakalım onu kendi haline. Bakın bir araba daha geliyor. Gene batacak her yeri! Evet olan oldu. Yine yüzünden aşağı lağımın pis suları süzülüyordu. Gerçekten komik görünüyor değil mi? Tekrar içini ürperten ve az önce “hayır “ diye bağırmasına sebep olan o ses duyuldu. Gerçekten çok şiddetli bir sesti bu. Bu sefer bağırmadı ancak gene bir çığlık kopartmasına ramak kalmıştı. Fena zıplamıştı yürürken korkudan o kadar.


Merak ettiniz değil mi sizler de "Ne oluyor, nedir bu ses?" diye. Hiiç yok bir şey. Sadece gök gürlüyor. Yüzündeki lağım pisliklerini temizleyip kafasını yukarı kaldırdı. Bir iki damla yağmur düştü yüzüne. Önce yağmurun verdiği heyecanı tattı daha sonra serinliğini... Ve daha sonra yağmurun iliklerine kadar işlemesine izin verdi. Onun sayesine yüzü de temizleniyordu. "Bir-iki damla dedik canım bu kadarı da fazla ama aaa!". Bardaktan hatta bırakın bardağı, kocca bidondan boşalırcasına yağmur yağıyordu. Ceketini kafasına geçirip koşmaya başladı. Koştu koştu… Uzun süre sonra evine ulaştı. Hemen banyoya girdi. Üstündekilerden kurtulup ılık bir duş aldı. Duştan çıkınca kendisine sıcacık bir kahve yaptı. İnsanın kendi evi gibisi yoktu. Sıcak bir kahve, temiz ve “kuru” çamaşırlar, mis gibi sabun kokusu… "Her şey süper, neden bu kadar korktum ki sanki. Halbuki hiçbir şey de yokmuş. Ama kesin başıma bir şey gelecek diyordum".


Söylesenize; zaman zaman sizin de böyle düşünceler girdabında boğulduğunuz olmaz mı?


"Hadi artık uyuma vakti, yarın işe gideceğim" dedi ve yatağına doğru yollandı...


...2006

Bir Vakit

27 Mart 2009 Cuma

0 yorum  

Ağlıyorum;
Sadece ağlıyorum. Karanlıkta. Hıçkıra hıçkıra. Oturmuş, dizlerimi göğsüme çekmiş, kafam ellerimin arasında... Kafamı kaldırıp önüme bakmak istiyorum ama göremiyorum ki. Gözlerime dolan yaşlar önümü görmemi engelliyor...
Hıçkırıklar kesiyor sözümü...
Düşüyorum;
Çok yüksekten, çok hızlı. Ve bana uzanan el yok ki tutsun da kurtarsın... Ya da ben çok hızlı düşüyorum ve de bu yüzden uzanan elleri de göremiyorum. Karanlığa, gittikçe karanlığa düşüyorum. Gözlerim açık mı kapalı mı farkında bile değilim. Hep karanlık çünkü.
Bir hıçkırık daha...
Seviyorum;
Ama fayda etmiyor. Kendimi sevmem gerekiyor çünkü öncelikle. Ama bende o yok. Sadece arkadaşlarımı, dostlarımı seviyorum. Sevmeyi kirletmek de istemiyorum aslında. Çiçek kokulu sevgi, bana göre değil.
Hayallere dalıyorum...
A'raftayım;
Şu yanım var gibi, şu yanımsa yok... Burası neresi, -Türk filmi gibi...- Ben kimim, neden buradayım, bana ne oldu?... Neden her şey buğulu? Net görmenin mümkünatı yok mu?
Hey Sen!
Beni bul bende. Beni anlat bana. Beni gördün mü hiç sen? Yalvarıyorum sana. Yalvarıyorum Allah aşkına... Yardım et bana.
Yapışmışım eteklerine...
Yalvarıyorum sana. Bulursan beni, görürsen eğer, bana çaktırmadan, benim haberim olmadan haber ver bana. Kaçmasın ben, göreyim onu bir defa hiç olmazsa... İnan ki ihtiyacım var bana...
Yardım et bana...
06.11.2008 / 23:21

Danışma

0 yorum  

Efenim öncelikle pattadanak giriş yapmış olduğumu bildiğimi, bunu size belirtmek istediğimi, itiraf etmeyi bir borç gördüğümü… Yok yok olmadı. Devamını getiremedim. Öhöm neyse.


Yahu nedir bu danışma? Bir kere isminde meymenet yok. Da-nış-ma. Danışma, danışma, danışma… Fazla miktarda tekrar edince olayın ne derece vahim olduğu ortaya çıkıyor. Bakın siz de çokça tekrar edin. Ya edin bir. Kardeşim aloooo ben kime diyorum? Okumayı bir bırakın sonra devam edersiniz. Bir tekrar etsenize bakın ne acayip. Da-nış-ma! “dan” diye başlaması zaten olayı (-)lere düşürüyor.


Benim yurdumun insanı, saf, temiz aaaah ah. Aklıma gelmişken bizim köyde bir amca vardı… Oy pardon konu saptı. Ne diyordum? Haa benim yurdumun insanı ne bilsin danışmaya danışılacağını. Danışma deniyorsa danışmaz. Hayır yani size yapma deseler yapar mısınız? Ayıptır yahu yapılır mı hiç? Karşımda eşek gözü kadar DANIŞMA yazıyorsa, şahsen cesaret edip de gidip danışamam. Oraya danışma yazdılarsa vardır bir bildikleri. Kendilerine danışmamızı isteselerdi “danış” yazarlardı değil mi ama? Geçmiş 2-3 kendini beğenmiş insan asmışlar tepelerine “danışma” yazısını, önlerinde sizden iyi olmasın bayağı iyi bilgisayarlar… Allah bilir onlar nette sörf yapıyorlar, rahatsız edilmemek için de tepelerine DANIŞMA yazısını koymuşlar.
Bir de yer tarif ediliyorsa olay daha da saçmalaşabiliyor. “-Abiciğim buradan git karşına danışma çıkar, danışmadan sola dön, işte orda.” Biri bana bunu dese suratına imalı imalı bakarım herhalde. Hayır yani benim alnımda aptal mı yazıyor? “Danışmadan sola dön” Çok şükür ki sola dönmek için birine danışmama gerek yok. Karşıdan bakınca o kadar mı saf gözüküyorum da sola dönmek için birine danışmamı öğütlüyorsun bana kardeşim!


Bu konu uzadıkça uzar. En iyisi mi ben keseyim. Haaa bir de “konuşma” muhabbeti var. Bizim gençlik iyi bilir messenger’deki “konuşma”yı. “X kişisi konuşmadan ayrıldı” Aramızda bir dargınlık mı var neden konuşmadan ayrıldı, konuşsaydı keşke. Hiiç iş olsun. Konuşmadı işte. Ben bu olaya da söverdim ya neyse…!


...10.2008

Hayatı Oynamak

0 yorum  

Usulca arkasındaki kendini dikkatle izlediğini fark ettiği gence döndü ihtiyar. Delikanlı ihtiyarı süzüyordu. Gencin gözleri kayan bir yıldız gibi ihtiyarın tepesinden aşağı indi. Tepesi açılmış, kalan yerleri de kırlaşmış olan saçlarına baktı önce. Buruşmuş yüz, eski moda bir gömlek, lekeli bir pantolon, yamalı dizleri, topuğuna basılmış ayakkabılar… Tarif edilmesi güç bir tanıdıklık sezdi genç bu manzara karşısında. İhtiyarın piposundan çıkan dumanlar bu manzaraya daha bir otantik hava katıyordu. Batan güneşe aldırmayan, geçen zamana meydan okuyan bir hal vardı adamda.
-“ Ne yapıyorsunuz?” dedi genç, ihtiyara.
-“ Yazıyorum!”
-“ Ne yazıyorsunuz peki?”
-“ Hayatı, hayatımı…” Ve derin düşüncelere daldı adam. Genç hala süzüyordu adamı.
-“ Ama” dedi genç, “ Hayat yazılmaz ki oynanır sadece”. Bu cümle ihtiyarı kendine getirdi. Gence daha dikkatli bakmasına sebep olan bu keşif, ne kadar da doğru bir cümleydi. İhtiyar, yıllanmış olmasına rağmen bunu nasıl da fark edememişti. Her seferinde yazmaya koyulmuştu hayatı, hayatını… Ama doğruydu bu. Hayat yazılmaz, oynanırdı sadece…
-“ Aferin delikanlı. Kaç yaşındasın sen?”
Tereddüt eden genç cevapladı. –“ 15”.
-“ İsmin?”
Gözleri doluverdi bir an delikanlının. Boynunu büktü. Fark ettirmek istemedi bunu yaşlı adama. Güçsüz olmayı yediremezdi. Henüz sekiz ay önce söz vermişti babasına. Bir daha asla ağlamayacaktı. Güçlü olacaktı. Dimdik. Yenilmeyecekti, ezilmeyecekti. Meydan okuyacaktı oyuna, oynaması gereken hayata.
-“ Benim ismim Yiğit. Ancak ben… Ben artık Zafer ismini kullanıyorum.” Dedi usulca. Zafer kelimesi çıkarken boğazına bir şey düğümlendiği gün gibi ortadaydı.
-“ Zafer ismini seviyor olmalısın.” Dedi yaşlı adam.
-“ Evet hem de çok. Çünkü, çünkü ben babamı çok seviyorum.”
-“ Baban da seni seviyordur evlat.”
-“ Evet biliyorum seviyor. Ama ben başımı okşamasını istiyorum eskisi gibi. Beraber kayığa binelim, balığa çıkalım istiyorum. İşte biz şuradaki evde oturuyoruz” dedi ve dönemecin sonunu işaret etti genç. “ Ama o kıyıdaki kayık var ya… Ben onu hiç sevmiyorum!” Bir an güçsüzleşmişti hatta hipnoz olmuşçasına kendinden geçmişti. Her şey o kadar kolay çıkıyordu ki ağzından. Savunmasız kalmıştı adeta. Güçlüymüş gibi gösteremiyordu kendini artık… “Bir gün babam, ben okuldayken denize açılmış. En sevdiğim balıklardan tutmak için. Benim için… Ama sonra… Bir gece vakti kayığı karaya vurmuş olarak gördük. Bizim kayığımızdı ama içinde babam yoktu…” Ve oracıkta yere yığıldı genç. Yaşlar öyle bir akıyordu ki gözlerinden, sanki yüzü kuraklığa yüz tutmuştu da doyuyordu yaşlara. Renk mi geliyordu yüzüne, yoksa olan rengi de gidiyor muydu anlaşılması pek güçtü. –“ O geceden sonra tam bir ay ağlamışım. Ben farkında değilim. Annem şimdi şimdi anlatıyor. Ben de yeni yeni toparlanmaya çalışıyorum. İşte babam gideli dokuz ay oluyor. Ben de sekiz ay önce söz verdim babama. Beni ağlarken görmeye dayanamazdı çünkü o. Beni ağlarken görmesin istedim, kestim ağlamayı. Zaten neden ağlayacakmışım ki? Kocaman adam oldum ben. Babam öyle dedi bana. Hep rüyalarıma geliyor. Hep saçımı okşuyor. Ama hiç gerçek gibi olmuyor…” Bir müddet daha konuşamadı. Sonra titrek sesle devam etti. “ ‘Yakışıklım nasılsın?’ diyor bana. İyiyim diyorum. İyiyim diyorsam beni üzgün görmemeli babam. Aslan babam!”Şimşek çaktı bir an. Yavaşça doğruldu ve yüzünü gökyüzüne kaldırdı. Gökyüzü ona eşlik ediyordu sanki. Beraberce bir müddet ağladılar. Sonra çocuk bir şeyi hatırlamış gibi telaşla“ Annem bekler gitmeliyim. Ben onun tek erkeğiyim.” Dedi. Geriye dönüp gitmek için bir adım atmıştı ki;
–“ ZAFER!” dedi ihtiyar. “ Ben bu hayatı yazmayı dahi beceremedim. Ama belli ki senin oynamaya kabiliyetin var!” Genç gülümsedi. Bu sözlerin hoşuna gittiği belliydi. Çünkü o çocuk değildi, adam olmuştu, anlayabilirdi böylesine manalı sözleri. – “ Evet” dedi. – “ Oynayacağım, zaten babam böyle isterdi” dedi ve karanlıkta yağmurun içinde yüzünü silerek gözden kayboldu…


28.08.2008 / 22:53

Sessizlikte Sessizce...

0 yorum  

Sessizce giriverdi içeri.
Sessizliğinin yankılanması, sessizce ortaya çıkması demekti.
Sessizlikten istifade etti, en kuytu yere oturuverdi.
Sessizce sevdiğine gülümsedi.
Ortada sessizlik hakimdi.
Sevdiği ne yaptı etti, o sessiz bakışlarında fırtınalar koparıverdi.
Sessizce yaklaştılar birbirlerine, dokundu eller bir ötekine.
Sessizce çağlayan bir şeyler vardı ortalık yerlerde.
Bakışlarının konuşmasını bastırdı sessizce, değdi dudaklar birbirlerine.
Sevdiğinin yüreğinde bir kıpırdanma oldu, sessizlikte yankılandı durdu.
Baktı sevdiği bundan rahatsız oldu, çekti dudaklarını, içine bir hüzün oturdu.
Bıraktı ellerini sessizce, bir daha bakamadı sevdiğinin gözlerine.
Döndü arkasını yola koyuldu ama çoktan olan olmuştu.
Sessizce yaklaştı denize, son bir kez kaptırdı kendini ayın görkemine.
Kapatıverdi gözlerini sessizlikte, bir huzur daha doldu yüreğine.
Bıraktı kendini denize, en derinine aldı deniz onu sessizce.
Sevdiği bu durumdan haberdar mıydı bilinmez ama onu arkasından sessizce izleyip izlemediği de muamma…


17.08.2008 / 19:39

Belki de Ben

0 yorum  

İçim acıyor.

Nedenini bilmediğim bir sebepten dolayı bu yürek kanıyor...
Ey Özlediğim! En Özlediğim!
Kimsen sen ne olur yüzünü göster, ne olur tut ellerimden, bırakma beni bana, bırakma beni tek başıma... Korkuyorum yokluğunda. İçime hüzünler oturuyor.

Nedenini bilmediğim bir sebepten dolayı bu yürek kanıyor...
Sana ulaşmak istiyorum en yalnızlığımda. Açıyorum ellerimi sana, arıyorum kapalı gözlerle seni bir muammada. Ulaşabileceğimden umutsuzum ama bakıyorum yine de sana. Gözlerim kalbimde boş boş dolaşıyor.

Nedenini bilmediğim bir sebepten dolayı bu yürek kanıyor...
Acınası halime gülüyorum. Terkedilmişliğimle dalga geçiyorum. Beni, benden nefret ettirmek için epey uğraşıyorum...
Belki de ben...
Belki de ben seni haketmiyorum...

07.08.2008 / 21:37

Aç Kapılarını Ben...

0 yorum  

En çok, sessiz kaldığım zamanlar korktum kendimden...
Belki sesim çıkmıyordu ancak içimde fırtınalar kopuyordu, yüreğim çığlık çığlığa haykırıyordu. Avazı çıktığı kadar bağırıyordu, bu yüzden yüreğimin tam olarak ne dediğini ben de anlayamadım. Bağırırken söyledikleri anlaşılmaz oluyordu. Ama acı çektiği her halinden belliydi...
Onunla konuşmayı denedim kaç kere. Ancak bu sefer yüreğim hep sustu. Ne zaman bir şey sorsam cevap vermedi bana. Gözlerimin önünde yitip gitmesine seyirci kalmak beni kahrediyordu. Ama elimden bir şey gelmiyordu. Yüreğim kapılarını kapıyordu her seferinde bana...
Ben ona yaklaşmayı denedikçe o uzaklaştı. Açmadı bana kapılarını. Ne olurdu anlatsaydı, bu kadar uzak durmasaydı? Onun buzlarının erimesine yardım edebilirdim belki ya da içindeki o hiç söndüremediği yangınının dinmesine... Dermanı olurdum onun her daim. Ama bir kerelik izin verse...
Sadece bana karşı değil herkese karşı böyle. Hadi ben kendimi geçtim ama başkaları da ona ulaşamıyor. Tek başına hep. Belki de... Belki de acısı bundandır, yalnızlığındandır. Seveninin olmamasındandır. Acaba hiç sevmeyi denedi mi? Denedi de başaramadı mı? Sevdikleri onu her seferinde terk mi etti yoksa? Ya da hep mi uzaktı o başkalarına?... Hiç mi başkası için heyecanlanmadı? Korktu mu ama korkacak bir şey yoktu... Sevmek, sevmek güzel bir duygu be yüreğim...
Aç kapılarını bana ve herkese. Seni anlamamıza yardım et... Sana ulaşmamıza yardım et... Daha fazla acı çektirme bana ve kendine...

24.05.2008 / 01:16

Ölmek İstiyordu...

0 yorum  

Yüreğinin taa derinliklerine indi acısı...Nerede olduğundan haberi yoktu. Almış başını gidiyordu... Düşüncelere dalmıştı, sanki bir kar tanesiydi savruluyordu...
Yapabileceğinden emindi... Bıraksaydı kendisini... Derin sulara anında gömülüverirdi... Yapabilirdi biliyordu. Yüreğine söz geçirememişti ancak, aklına geçirebilirdi... Sessiz sedasız kaybolabilirdi ortalıktan... Bu acı ona daha fazla zarar verecekse belki de ne mantıklısı buydu... Sevdiğini sevmek istemiyordu artık, onu düşünmek dahi istemiyordu... Onun sevgisi ona ağır geliyordu... Yüreği incinmişti... Aslında bir bakıma sevip de sevilememenin ızdırabını yaşıyordu... Gözlerinden akan yaşlar, yüreğindeki ateşi söndüreceğine daha da bir körüklüyordu o... Böyle mi olmak zorundaydı? En sonunda yalnız mı kalacaktı? Sevilmeyi hiç mi hak etmedi? Acaba gerçekten hiç mi sevilmedi? Acı çekiyordu işte acı acı acıııı! Kanıyordu o yürek... Tarif edilemez bir acıyla yanıp kavruluyordu...


Ölmek istiyordu... Ölmek istiyorum... Ölmek istiyordu... Ölmek istiyorum...


Hiç tereddüt etmedi, kalktı ayağa ve bıraktı kendini sulara... Bıraktı kendini sulara... Bırakacağım kendimi sulara... Arkasından onun için söylenenlerin hiçbir önemi yoktu artık...


Yüreğinin acısı gömüldü sulara
Tek başına gitti uzaklara
Yaşayacağı güzel günlere aldırmadan
Çekip gitti buralardan...


Sevginin ayazında tek başına çok üşüdü... Kaldıramadı bu yükü... Örnek mi alınmalı, ders mi çıkarılmalı?

Bilemedim ki şimdi...

20.05.2008 / 07:22

Düşlerimde Düşleyeceğim...

0 yorum  

Bu satırlar yalnızlığımın, bitmişliğimin, tükenmişliğimin emareleridir. Onu çok severken, ona katlanamayışımın göstergesidir...
Yapamayacağımı anladım. Aslında bu yaşadığım ilk değil ama son olacak! Buralardan gittiğim gün son olacak. Sonsuza gömerken ona olan sevgimi, yüreğime düşen korların beni yakmasına izin vermeyeceğim! Onu her özlediğimde, onun benim canımı yakışını, yüreğimi yaralayışını aklıma getireceğim. Getireceğim ki onu özlemek bana acı vermesin, sadece intikamımı körüklesin...
Aslında beni buraya bağlayan nedir bilemiyorum. Gitsem ya hemen şimdi. Dönüp arkama bakmasam ya! Gideceğim ama; gideceğim buralardan... Ölene dek gideceğim. Ben giderken arkamdan döktüğü timsah gözyaşlarına aldırmayacağım! Beni seviyor olabilme ihtimaline dahi inanmayacağım! Buralardan gitmem benim için acı, öfke olurken; onun için gizliden gizliye bir mutluluk olacaktır eminim...
O bana hiç inanmadı. Ne yaptıklarıma ne de söylediklerime... Beni yaralayan da bu oldu ya zaten. Onun gözlerine bakmadım pek. Ama baksam da bana olan sevgisizlikten başka bir şey görmeyecektim. Bana her kızdığında "Senden bıktım" demesi, attığı yumruklardan dana fazla yaktı canımı... Benim sessiz çığlıklarımın, kendimi yiyip bitirmemin madem bana faydası yok, gideceğim o zaman buralardan...
Yanıma kendimi de alıp gideceğim...
Çok sevdiğim İstanbul'umu ardımda bırakarak gideceğim...
Ve sevdiğim her şeyi, artık düşlerimde düşleyeceğim...


13.05.2008 / 20:54

Bilinmezlerdeyim

0 yorum  

Bilinmezlerdeyim
Kendimi arıyorum
Herkese soruyorum
Beni ne duyan var ne de gören…
Biraz daha dolaşıyorum bilinmezlerde
Belki kendime rastlarım diye
Beni bulamamak içimi acıtıyor…
Görürüm umuduyla sağa sola koşturuyorum.
Birisine takılıyor gözlerim
Arkadan bana benzetiyorum.
Koşuyorum, koşuyorum
Tutup omzundan beni bana çeviriyorum
Göz göze geliyoruz…
Gördüğüm manzara beni şaşırtıyor
Bu ben miyim? Diyorum,
Açıkçası ben olup olmadığımı da bilemiyorum.
Çünkü bu zamana kadar kendime hiç rastlamamışım ki!
Hep bilinmezlerdeydim…
Hep bilinmezlerdeyim…


...2007

Bekledim Seni...

0 yorum  

Kaç zamandır hevesle bekledim seni. Yalnızlığımı içime çektim. Güçlendikçe güçlendim. Olmayacağını, olamayacağını hiç tahmin etmemiştim senin. Yüreğime saplanan oku biran önce çıkarmak şimdiki hedefim…
Sana hasretim, bekliyorum seni… Özlemim sana değil, sevgiyi yaşıyor olmaya… Özlemim sana değil, güveni tatmaya… Özlemim sana değil, ayrılığa karşı koymaya…


Yüreğimin sızısını bastıramaz oldum, gözlerime vurur oldu yaşlar. Kendi yaşlarımda boğuldum, sana ulaşamadım şu ana kadar…
Yokluğunda soğukluğu hissettim. Senden bana giden yolu kaybettim. Gelmeni ve gelip elimden tutmanı bekledim. Sensiz yürüyemedim.
Seni bekledim her an… Acımı kendime dahi belli etmeden seni bekledim. Sensiz olmaya korktum. Ben seninle varken, yokluğunda ben yokken, sensizlikte ölürken, son nefeslerimi verirken yine de ümit ettim gelmeni…
Bana söz vermiştin, bırakmayacaktın hiç beni… Senin buralardan yalnız gitmeni kabullenemezdim. Bunu kendime yediremezdim…
Bakışlarına hasretim şimdi… Gülüşüne, tek bir güzel sözüne hasret…
Ne olur gel. Bensiz gitme buralardan…


16.04.2008 / 04:30

Çaresizlik

0 yorum  

Bazen olur ya boğazında bir şey,
Anlamazsın ama seni nefes alamaz hale getirir...
Oracıkta tıkanır kalırsın...
Yüreğin sızlar, kalp atışların donar...


Karşındaki sevdiğindir...
Birçok şey paylaştığın, senin için özel kimsedir...
Onun bakışlarındaki hüznü görürsün...
Senin de ta içine işler o bakışlar...
Yitip gideceğini anlatmak ister sana...
Sense inanmamak için hazırsındır...
Ama nafile...
Gidecek olan çoktan hazırdır...


Nereden bileceksindir ki onu son görüşün olduğunu...
Az sonra her şeyin sonlanacağını...
Beyazlıklar içinde kaybolacağını...
Bırakmak istemezsin onu...
Gözlerinden yaşlar süzülüverir...
Son bir kez daha sana bakmasını istersin...
Ama o çoktan gözlerini kapamıştır...


Bîçare kalmışsındır ortada...
Haykırmak istersin ama nafile...
Ne sesin çıkar ne de...
Özlersin onu...
Hem de çok özlersin...
Kendinden habersizdir yaptıkların...
Sevgin, içinde yaşamaktadır...
Artık tek başına sahiplenmelisindir bu sevgiyi...
Bu yük sana çok ağır gelecektir...
Ama yapmalısındır...
Sevdiğin hatırına, yaşadığınız güzel şeylerin hatırına sahiplenmelisindir...

10.06.2008 / 00:33

Soru İşaretleri

0 yorum  

Karanlık ne zaman daha karanlık olur?...
Sessizlik ne zaman daha sessiz?...
İnsan ne zaman daha çok üşür?...
Ben ne zaman daha fazla ben olabilirim?...
İnsanın içi en çok ne zaman acır?...
Nedir insanı üzen?...
Peki ya mutlu eden?...
Nedir insandaki kendini beğenmişlik?...
Nedir içimdeki heyecan?...
Nedir elimdeki?...
Ya yüreğimdeki?...
Annemin kokusunu alamamak mıdır benim canımı yakan?...
Yoksa babamın elini tutamamak mı?...
Nedir engel olamadığım?...
Sadece gözyaşım mı?...
Yoksa kayıp, akıp giden zaman mı?...
Beni üzen nedir?...
Ayrılık mı, çalmayan telefon mu?...
Gelmeyen mesaj mı?...
Kaynamayan tencere mi?...
Esmeyen rüzgâr mı?...
Dişimi fırçalamadığım mı?...
Sokaktaki evsiz çocuk mu, tinerci çocuk mu, burnundan akanları silmek yerine yalayan çocuk mu?...
Yoksa beni üzen BEN miyim?...
İnsanın duygularını doruk noktasına çıkaran nedir?...
Nedir bu kadar duygulu olmasını sağlayan?...
Burcunun özelliği mi?...
Burçlar bu kadar etkili midir?...
Şu anda hissettiğim nedir?...
Beni konuşmaktan alıkoyan, kafamı kurcalayan…
Gözlerimi acıtan ne?...
Uykum mu var?...
Yoksa gözlerimi ziyarete gelen yaşlar mı, gözlerimi acıtan?...
Bardağımdaki içeceğim neden bitmiş?...
Beklediğim halde neden mesaj gelmiyor?...
Ben gurbette miyim?...
Eğer öyleysem neden kimse bana yardımcı olmuyor?...
Neden sayfalardır soru soruyorum?...
İnsanı mutlu eden nedir?...
Yağmurun yağıyor olması mı?...
Nefes alıyor olması mı?...
Eşofmanlarını giyip sere-serpe uzanması mı?...
Villasının olması mı?...
İkramiye kazanması mı?...
Annesinin yanında olmak mı?...
Yanında koca bir paket cipsisinin olması mı?...
Harry Potter’ın yeni filminin yakında çıkacak olması mı?...
Yoksa yatsı namazını hemen kılıp, rahat rahat oturuyor olmak mı?...
Ya da yorgun argın işten gelip, bir sabun kokusu duymak, üstüne rahat bir şeyler geçirmek mi?...
Saçmalamak mı mutlu eder?...
Beklediğin mesajın gelmesi mi?...
Şükretmek mi?...
Dua etmek mi?...
İnsan olduğunu, Rabbin tarafından değer verildiğini bilmek mi?...
Bir bardak daha meyve suyu doldurmak mı?...
Ve hasta olduğun halde onu soğuk soğuk içmek mi?...
Gecenin bir vaktinde yemek yemek mi?...
Korku filminden korkmak mı?...
Hayatla dalga geçmek mi?...
Derdini anlatacak kimse olmasa da, içinden geçenleri kağıda dökme kabiliyetine sahip olmak mı?...
Yüzünü ne olursa olsun asmayıp, gülümsemek mi?...
Nedir olay?...
Üzen ve mutlu eden insanı NEDİR?...
05.06.2007 / 23:55