Dolunaya Farklı Bakan Aynı Kız

21 Haziran 2012 Perşembe

0 yorum  


Dolunaya bakan küçük kızın yüreği kanadı. Yüzü buruştu, dudağı büzüştü. Gözleri parladı. Ama yaştandı. Küçük kız dolunaya baktı. Hep baktı. Ama da ağladı. Bilemedi kimse, küçük kız ne düşündü, neden üzüldü.. Küçük kız üşüdü. Ama da ağladı. Sonra kollarını kendine doladı. Galiba yalnızdı. Küçüktü küçük kız, korktu bundan sebep. Bir de karanlıktı. Küçüktü küçük kız, korktu bundan sebep. İstediği bir kokuydu, bir kucak, bir eldi istediği. Uzanamadığı bir yürek.. Dolunaya bakan küçük kızın yüreği kanadı. Yüzü buruştu, dudağı büzüştü. Gözleri kapandı. Eli düştü. Elindense..


Dolunaya bakan küçük kızın yüreği ferahladı. Buruşan yüzü rahatladı, büzüşen dudağı dolunaya inat hilal hâlini aldı. Gözleri parladı. Ama ayın şavkındandı. Küçük kız dolunaya baktı. Hep baktı. Ama güldü. Bilemedi kimse, küçük kız ne düşündü, neden güldü; biri hariç. Küçük kız hafifçe ürperdi. Ama güldü. Sonra kollarını o birine doladı. Galiba yalnız değildi. Küçüktü küçük kız, yüreği büyüdü, sevindi bundan sebep. Bir de ayışığı vardı. Küçüktü küçük kız, yüreği büyüktü, cesur oldu bundan sebep. İstediği bir kokuydu, bir kucak, bir eldi istediği. Uzansa yanıbaşındaki bir yürek... Dolunaya bakan küçük kızın yüreği genişledi. Yüzü aydınlandı, dudağı nar gibi kızardı. Gözleri(ni) kapa(n)dı. Eli uzandı. Elindeyse... Birinin eli vardı...


HayrunnisaNe ki bu


09.06.2010 / 00:55

0 yorum  


   Kapatabilseydi belki ışıkları, yazardı o zaman karanlığı. Sahi, ışıklar açık mıydı? Yürünen yol gözükmüyorsa, sağa-sola çarpıyorsa ve ışıkları kapatmadıysa, nedendi bu kör karanlık? Kim bırakmıştı onu buralara? Nereden düşmüştü ayrılığa? İtilmiş miydi, çekilmiş miydi yoksa? Kanayan, dizi miydi yoksa kalbi mi? Duyulan ses, neyin sesiydi? Su mu damlıyordu, yoksa biri mi ağlıyordu? Hıçkırık mıydı o? Bu sert esen rüzgar da neyin nesiydi? Savrulduğu sanki yetmemiş miydi? Kızıyordu! Meydan okuyordu! Hayır, okuyamıyordu. Çünkü göremiyordu..


09.06.2012 / 00:45

Yalnızlığa Dair Birkaç Cümle..

28 Ağustos 2011 Pazar

0 yorum  


Yalnızlık...

Yalnızlık; arkada hafif ve duygusal bir müzikle, serin ve bulutsuz bir gecede, ay ışığının altında, arabada, başını cama yaslayıp da dalgın bakışlarla yolculuk yapmaya benzer... 
İşte öylesine heyecan verici ve güzel ve işte öylesine can acıtıcı ve durgundur yalnızlık. 
Ve o yolculukta nereye gittiğini bilmeyen siz, yalnızlığın yolunda kayboluverirsiniz.

Yalnızlık alır götürür sizi, yalnızlığın ne şekli vardır ne de izi...
Yalnızlık her derde deva mıdır? Her dert yalnızlığa deva mıdır? Deva, yalnızlığa reva mıdır? Yalnızlık bir hastalık mıdır? Yalnızlık bulaşıcı mıdır?

Yalnızlık buz gibi içilen bir bardak su gibidir... Dişleri kamaştırır, tadı ağzında kalır, bazense ne anlaşılmaz, ne anlaşılır... Boğazları ağrıtır, sesi soluğu keser... İsteseniz de sesiniz çıkmaz.

Yalnızlık, perişanlığın ve çaresizliğin fırçasız resmedilişidir...


22.08.2011 / 03:39

İnsan-1

2 yorum  


Normal gibi görünen insan..
Gecelere inat insan..
Kendine inat insan..
Tuttuğunu koparamayan insan..
Dokunduğunu parçalayan insan..
Yağmurla, gözyaşını yarıştıran insan..
Ayıp eden insan..
Aslında sevecen insan..
Acaba sadece kendini mi düşünen insan..
Uzaktan öyle görünen insan..
Yakından hiç görünmeyen insan..
Ne idüğü, ne yedüğü, ne içtüğü belirsiz insan..
Karanlık yüreği, gecenin karanlığında huzur bulan insan..
Daha neler insan!..
Böylesi olmaz olsun insan..
Olmazların olmasını dileyen insan..
Sevdiğine kurban olamayan insan..
Çifte standarta kurban giden insan..
Elini çenesine, dirseğini dizine yaslayan insan..
Dolunayı, serin bir rüzgarla izlemeyi seven insan..
Düşünen insan modelli insan..
Düşüncesizliğini düşünen insan..
O'nu düşünen insan..
O'nun için ağlayan insan..
Biraz da yalnız insan..
Hayır, çok yalnız insan..
Umutsuzluğun dibine vuran insan..
Dalgınlığı yüzünden okunan insan..
Yüzüne bakılmasını istemeyen insan..
Gözyaşlarını alıp, yüreğine acı diye eken insan..
Düz yolda düşen insan..
Geleceğinden korkan insan..
Karanlıktan korkan insan..
Böcekten korkan insan..
Yüksekten korkan insan..
Ödü kopuk insan..
Allah'tan korkmalı insan!..
Konuşamayan insan..
İçine içine atan insan..
İyi bir haltmış gibi insan..
Burnundan değil, kalbinden soluyan insan..
Seven insan..
Kıskanan insan..
Paylaşamayan insan..
Ama ihmal edilen insan..
Belki de sıkılmışlar senden insan..
Sevgisini bile söylemeye çekinen insan..
Kendi sevgisinde boğulan insan..
Sevmesi haram olan insan..
Basit sevgilerle yetinmeyen insan..
Avucunu yalayan insan..
Dost nedir, kazanamayan insan..
Kendi kendini yiyen insan..
Kendisinden nefret eden insan..
İçine işleyen insan..
Sorulmayan insan..
Merak edilmeyen insan..
Bekleyen insan..
Aslında çok fazla bir şey istemeyen insan..
Susması gereken insan..
Susup da anlaşılmak istenen insan..
Bunun boş bir çaba olduğunu ne zaman anlayacak acaba insan?..
Kendisine ayrılacak vakit olmayan insan..
Bana bak insan!
Defol git başımdan!


20.08.2011 / 02:43


Ayıptı..

0 yorum  


Bir gece yarısı...
Olabildiğince gönül sancısı...
Yazmak istedi bir şeyler
Ama ancak karaladı...

Karalamak istememişti
Niyeti bu değildi
Karalamak, anlam yüklediğini kirletirdi.

Daha ciddi düşündü
Bir rüyada görmüştü
Ama onu da yazamazdı
Yazacağı benzersiz olmalıydı.

Yapamadı...
Yine yapamadı.
Defterini kapadı, kalemini kırdı,
Aslında yazamayarak, içindekileri boşaltamayarak
Kendi kalemini kırdı...

Ayıptı...
Çok ayıptı...

Gece yarısı ayıptı...
İnadına hissettirdiği gönül sancısı ayıptı...
Bir şeyi karalamak ayıptı...
Kalemi kırmak ayıptı...
Halbuki bunları düşünebilecek kadar da ayıktı...
O zaman yazmalıydı...
Ama bir başka sefer.


20.08.2011 / 02:20

Ve Sen Ne Hissettiğimi Bilmiyorsun!

0 yorum  


Sıradan diye tabir edilen bir ilkbahar günü. Güneşli bir hava. Cıvıldayan kuşlar, mis gibi kokan çiçekler, sek sek oynayan, top oynayan çocuklar... Çocukların hiçbirisi dikkat çekmiyor buradan bakıldığında. Ama bazı insanların hayatına "buradan" değil de, daha yakından bakmak gerekebiliyor, görülmek istenirse eğer...

Her biri çok mutlu. Koşuşturuyorlar, gülüyorlar, eğleniyorlar. Ne susuzluklarını ne de açlıklarını hissediyorlar. Bir de anneleri eve erken çağırmasa her şey tamam olacak.


Akşamüzeri olduğu için henüz, kimsenin annesi eve çağırmıyor. Günün en güzel vakti, oyunun en heyecanlı yeri... Yorgunluktan öylesine bitap düşülmüş ki, kaldırım kenarına oturmuş olan kızlardan biri, top oynayan erkek arkadaşlarından birisini işaret ediyor ve tüm kızlar düşen çocuğa bakıp kahkahalarla gülüyorlar. Düşen çocuğun canı acımamış olacak ki, o da gülmeye başlıyor. Yorgunluk ve saçmalamanın tam vakti! Diğer erkek çocuklar da durup gülmeye başlıyor, mahalle kahkahalarla çınlıyor. Kimse gülmekten, yere düşen arkadaşını kaldıramıyor. Hatta gülmekten yere yatanlar bile var. Yavaş yavaş gülüşmeler bitiyor, erkekler maçına kaldığı yerden devam ediyorlar. Kızlardan biri, herhangi bir şey, çok basit ve gülmeyi gerektirmeyen bir şey söylüyor. Ama kızlar yeniden kahkahalarla gülmeye başlıyor. Bu yorgunluk kızlara hiç yaramadı! Hele içlerinden bir tanesi var ki, diğer arkadaşlarının gülmesini bastırıyor. O ne kahkaha öyle! Gülüyor evet ama... Çocuklar içini çeke çeke değil, içinden gele gele gülerler ya. Bu kızın gülmesinde bir gariplik var. Onun sesi çok çıkınca, arkadaşları susup, tuhaf bakışlarla onu süzüyorlar. Ne olduğunu anlamayan küçük kızın kahkahası yavaş yavaş azalıyor ve yerini mahcup bir ifadeye bırakıyor. Ne oldu ki şimdi! Bu durum gerçekten tuhaf olacak ki, hepsi birden, bir tek utanan kız hariç, kahkahayı yeniden basıyorlar... Ses uzaklaşıyor, mahcup kız sokağa göz gezdiriyor, bir köpek kediyi kovalıyor, kız başını gökyüzüne kaldırıyor, uzaklarda bir yerde güneş batıyor...


Hava karanlık, hafif serin, belli belirsiz bir rüzgar... Serinliğin ve sessizliğin içerisinden duyulan bir çift küçük ayak sesi. Yorgun, ümitsiz, sanki yıllanmışçasına bir çift küçük ayak sesi... Bir şeyler mırıldanıyor, arada bir burnunu çekiyor. "Ve sen ne hissettiğimi bilmiyorsun!" Köşeyi dönüp de sokak lambasının vurduğu aydınlığa çıktığında kollarını birbirine dolamış olduğu görülüyor. Ufak ufak yağmur atıştırıyor, belli ki küçük üşüyor... Bir şeyler mırıldanıyor, arada bir burnunu çekiyor. "Ve sen ne hissettiğimi bilmiyorsun!" Yağmur hızlanıyor. Küçük, tam lambanın altına geldiğinde başını yukarı kaldırıyor. Işıkta yüzü görünüyor. Yüzü ıslak! Yağmur yeni başlıyor halbuki, bu küçüğün yüzü neden ıslak olabilir ki? Hayır, bugün oyun oynarken ne de mutluydu oysa. Hatta en çok o gülüyordu. Hem bu saatte, bu havada sokakta ne işi var? Yoksa? Hayır hayır, küçücük bir çocuk bu kadar hissiyatlı olamazdı. O daha küçücüktü, anlamazdı, umursamazdı. Hem ağlasaydı, hıçkırıkları duyulurdu. Çocuklar hep "annee" diye ağlardı, annelerinden dayak yemiş olsalar bile... Ağlasaydı mutlaka sesi çıkardı. Demek ki yağmurdandı. Halbuki yağmur da yeni başlıyor... Enteresan. 


Sokak uzundu, ama küçük, yolu yarılıyor neredeyse. Sokak lambalarının altından bir bir geçiyor. Yüzü bir aydınlanıyor bir kararıyor, yağmur ise hızlanıyor... Küçük kız, bir anda duruyor. Ne olduğu anlaşılmıyor. Bir şeyler mırıldanıyor, arada bir burnunu çekiyor hatta burnunu koluna siliyor. Nedense bir anda koşmaya başlıyor, o küçük yüreği, sanki yerinden fırlayacak gibi heyecanlı görünüyor. Neler oluyor? Koşarken de mırıldandığı cümleler değişmiş. "Bana bir bak, sana kızgın bile değilim, sadece böyleyim..." Küçük kız, bir anda el çırpmaya ve sanki mutlu görünmeye başlıyor. Hakikaten enteresan! Küçük kız sonra hızını kesip, yavaş adımlarla yürümeye devam ediyor.


Yağmur şiddetini iyice arttırıyor, gece yerini sabaha bırakıyor... Şimşekler küçük kızı ürkütmüyor. Ama çocuklar şimşek ve gök gürültüsünden korkar halbuki. Tabii, o anda başka bir şeyden daha fazla korkmuyorsa! Küçük kız ıslandıkça ıslanıyor, titredikçe titriyor... Bu sefer gözleri de kıpkırmızı! Bu küçük kıza böyle neler oluyor?! Galiba ağlıyor... Peki neden? Bilinmiyor... Biraz daha ilerleyip, mahallenin dışına çıkıyor. Mahallenin büyüklerinin tehlikeli dediği merdivenlere ulaşıyor. Aşağıya doğru merdivenler çok fazla. Gitmiyor artık küçük kız. 
Yürüyecek dermanı yok gibi duruyor. Omuzları düşüyor... Bir şeyler mırıldanıyor, arada bir burnunu çekiyor. Daha fazla dayanamayıp, ıslak merdivene oturuyor, mırıldandığı sözleri yüksek sesle, bağıra bağıra, canı acıya acıya söylemeye başlıyor. Uzaklardan bir kuş gökyüzüne yükseliyor, yağmur inadına yağıyor, küçük kızın gözyaşlarını saklamak istercesine... Küçük kız sanki ıslanmıyor, bunu hisetmiyor, şemsiyesi varmış gibi. Kız kollarını dizine yaslayıp, kafasını da kollarına gömüyor. Hıçkırıktan katılıyor neredeyse... Ağlıyor, ağlıyor, ağlıyor ama duyulmuyor. Bağıra bağıra ağlıyor. Kafasını kollarına vura vura ağlıyor. Çok acı çekiyor, ama herkes uyuyor, onu kimse duymuyor, görmüyor... Belli ki kız, arkadaşlarının yanında gülerken de numara yapıyor. Her gülüşünde, içindeki acı daha da körükleniyor. Küçük kız kendinden geçmiş bir halde ağlıyor... Artık kimseyi umursamıyor. Neden ağladığı da, ne hissettiği de bilinmiyor. O da söylemiyor. Titrek çenesiyle, dişlerini sıkıp sadece bir tek cümle mırıldanıyor... "Ve sen ne hissettiğimi bilmiyorsun! BİLMİYORSUOOOOOOONNN!"


"Bilmiyorsun!" diyerek uyanıyor küçük kız. Yastığı terden ve gözyaşından sırılsıklam, bedeni kan ter içinde, başı elleri arasında, dizleri karnına çekilmiş iki büklüm bir halde, çenesi sıkılmaktan kaskatı kesilmiş, sıkıntıyla, canı yanarak ve öylesine gerçekçi... Çünkü gördükleri sadece rüyadan ibaret değil, gerçekti. Uykuya dalamadan önce çektiği sıkıntıydı. Canı o kadar yanıyordu ki, uyku dahi ona rahat vermiyor, sıkıntısının ona verdiği eziyete rüyalarda devam ediyordu. Uyandığına göre, kaldığı yerden ağlamaya devam edebilirdi. Her gece yaptığı gibi... Ara vermek olmazdı, acıyı soğutmaya gelmezdi çünkü insana sıkı sıkıya tutunan tek duygu acıydı, gözyaşıydı. İhmale gelmezdi... Duygular önemliydi!..
Küçük kız da öyle yaptı. Battaniyesinin altına girip hıçkırıklara ve acısının onu sarmasına müsaade etti usulca... Dışarıda da sabaha çalan vakitteki sağanak yağmur eşlik etti gözyaşlarına...




10.08.2011 / 01:25-04:38

Herkes Senden Habersiz

18 Temmuz 2011 Pazartesi

0 yorum  

*Olmayınca tökezliyor insan
*Konu ne olursa olsun
*İnsanı, tek kişinin etkilemesi ne garip, değil mi
*Mutluluğunu, hüznünü, ruh halini...
*İster istemez etkilenmek çok enteresan
*Sanki o kişi olmazsa ilk başta dünya hiç dönmeyecek gibi
*O gün geçmeyecek gibi
*Nefes dahi alınamayacak gibi...
*Ama sonra dünya da dönüyor, o kahrolası kırgınlıkla gün de geçiyooor bitiyor
*Sen sadece yaşadığınla kalıyorsun, herkesten habersiz
*Herkes senden habersiz.
*Haberdar olunmakla, olunmamak arasında kalıyorsun
*Bilmesin istiyorsun, ama bilsin de istiyorsun.
*Bilmezse, acizliğin ortaya çıkmayacak
*Bilirse, intikamın körüklenecek
*Sonra kırgınlığın çok büyüyor, kendi kendine ispatlamaya çalışırcasına, onsuz da yapabilirim furyasına kapılıyorsun
*Yapabiliyormuş gibi gözüküp, aslında bi halt yapamıyorsun
*Sen sadece yaşadığınla kalıyorsun, herkesten habersiz
*Herkes cidden senden habersiz...


Bir yazışma esnası kayda geçmeyeceğini düşündüğüm cümleler...
Yazılan bu saat...