2 Nisan 2009 Perşembe

 

Soğuk rüzgar, düzeltmeye yeltenmediği saçlarını savuruyordu sertçe. İki eli de montunun ceplerindeydi. Bakışları sert ve sabitti. Denizin karanlıklarına dikmişti gözlerini. Çok seyrek kırptığından mı, soğuktan mı yoksa ağladığından mı bilinmez, gözleri yaşarmıştı. Arkasından geçen arabaların seslerini hiç duymuyor gibiydi. Oturduğu bankta mıhlanmış kalmıştı resmen. Vakit sabaha çalıyordu. Onun için ne vaktin, ne insanların, ne seslerin önemi yoktu… Aklındaki düşünceler onu öylesine boğuyordu ki, montunun ceplerindeki ellerini yumruk yapmış sıkıyordu farkında olmadan. Gözlerini yummuş, dişlerini birbirine kenetlemiş, arada bir iç çekmek için ağzını aralıyordu. Ağlamaktandı galiba nefessiz kalışı… Uzaktan bakıldığında cansız bir mankeni andırıyordu. Hiç kıpırdamıyordu. Rüzgarda savrulan saçları gözlerine giriyordu. Ama onun umurunda değildi anlaşılan. Gözlerini araladı, birkaç damla yaş düştü yanaklarına. Dişlerini sıkmış ve gözünden yaşlar akar vaziyette birkaç kelime söyledi ama ne dediği anlaşılmıyordu. Yavaşça süzülen yaşlar yerini sağanağa bırakmıştı…
Bir yerlerden ezan sesi duyuluyordu. Sabah olmuştu. Ama onun için değil. Diğer insanlar için sabah olmuştu. Yavaşça ayağa kalktı. Birkaç adım attı. Denize yaklaştı. Ellerini cebinden çıkardı. Gözlerindeki yaşları sildi. “Bekle beni” dedi ve kendini serin sulara bırakıverdi…
Arkasında bir dolu soru işaretiyle kendini serin sulara bırakıverdi…


24.02.2009/01:45

0 yorum:

Yorum Gönder