Hayatı Oynamak

27 Mart 2009 Cuma

 

Usulca arkasındaki kendini dikkatle izlediğini fark ettiği gence döndü ihtiyar. Delikanlı ihtiyarı süzüyordu. Gencin gözleri kayan bir yıldız gibi ihtiyarın tepesinden aşağı indi. Tepesi açılmış, kalan yerleri de kırlaşmış olan saçlarına baktı önce. Buruşmuş yüz, eski moda bir gömlek, lekeli bir pantolon, yamalı dizleri, topuğuna basılmış ayakkabılar… Tarif edilmesi güç bir tanıdıklık sezdi genç bu manzara karşısında. İhtiyarın piposundan çıkan dumanlar bu manzaraya daha bir otantik hava katıyordu. Batan güneşe aldırmayan, geçen zamana meydan okuyan bir hal vardı adamda.
-“ Ne yapıyorsunuz?” dedi genç, ihtiyara.
-“ Yazıyorum!”
-“ Ne yazıyorsunuz peki?”
-“ Hayatı, hayatımı…” Ve derin düşüncelere daldı adam. Genç hala süzüyordu adamı.
-“ Ama” dedi genç, “ Hayat yazılmaz ki oynanır sadece”. Bu cümle ihtiyarı kendine getirdi. Gence daha dikkatli bakmasına sebep olan bu keşif, ne kadar da doğru bir cümleydi. İhtiyar, yıllanmış olmasına rağmen bunu nasıl da fark edememişti. Her seferinde yazmaya koyulmuştu hayatı, hayatını… Ama doğruydu bu. Hayat yazılmaz, oynanırdı sadece…
-“ Aferin delikanlı. Kaç yaşındasın sen?”
Tereddüt eden genç cevapladı. –“ 15”.
-“ İsmin?”
Gözleri doluverdi bir an delikanlının. Boynunu büktü. Fark ettirmek istemedi bunu yaşlı adama. Güçsüz olmayı yediremezdi. Henüz sekiz ay önce söz vermişti babasına. Bir daha asla ağlamayacaktı. Güçlü olacaktı. Dimdik. Yenilmeyecekti, ezilmeyecekti. Meydan okuyacaktı oyuna, oynaması gereken hayata.
-“ Benim ismim Yiğit. Ancak ben… Ben artık Zafer ismini kullanıyorum.” Dedi usulca. Zafer kelimesi çıkarken boğazına bir şey düğümlendiği gün gibi ortadaydı.
-“ Zafer ismini seviyor olmalısın.” Dedi yaşlı adam.
-“ Evet hem de çok. Çünkü, çünkü ben babamı çok seviyorum.”
-“ Baban da seni seviyordur evlat.”
-“ Evet biliyorum seviyor. Ama ben başımı okşamasını istiyorum eskisi gibi. Beraber kayığa binelim, balığa çıkalım istiyorum. İşte biz şuradaki evde oturuyoruz” dedi ve dönemecin sonunu işaret etti genç. “ Ama o kıyıdaki kayık var ya… Ben onu hiç sevmiyorum!” Bir an güçsüzleşmişti hatta hipnoz olmuşçasına kendinden geçmişti. Her şey o kadar kolay çıkıyordu ki ağzından. Savunmasız kalmıştı adeta. Güçlüymüş gibi gösteremiyordu kendini artık… “Bir gün babam, ben okuldayken denize açılmış. En sevdiğim balıklardan tutmak için. Benim için… Ama sonra… Bir gece vakti kayığı karaya vurmuş olarak gördük. Bizim kayığımızdı ama içinde babam yoktu…” Ve oracıkta yere yığıldı genç. Yaşlar öyle bir akıyordu ki gözlerinden, sanki yüzü kuraklığa yüz tutmuştu da doyuyordu yaşlara. Renk mi geliyordu yüzüne, yoksa olan rengi de gidiyor muydu anlaşılması pek güçtü. –“ O geceden sonra tam bir ay ağlamışım. Ben farkında değilim. Annem şimdi şimdi anlatıyor. Ben de yeni yeni toparlanmaya çalışıyorum. İşte babam gideli dokuz ay oluyor. Ben de sekiz ay önce söz verdim babama. Beni ağlarken görmeye dayanamazdı çünkü o. Beni ağlarken görmesin istedim, kestim ağlamayı. Zaten neden ağlayacakmışım ki? Kocaman adam oldum ben. Babam öyle dedi bana. Hep rüyalarıma geliyor. Hep saçımı okşuyor. Ama hiç gerçek gibi olmuyor…” Bir müddet daha konuşamadı. Sonra titrek sesle devam etti. “ ‘Yakışıklım nasılsın?’ diyor bana. İyiyim diyorum. İyiyim diyorsam beni üzgün görmemeli babam. Aslan babam!”Şimşek çaktı bir an. Yavaşça doğruldu ve yüzünü gökyüzüne kaldırdı. Gökyüzü ona eşlik ediyordu sanki. Beraberce bir müddet ağladılar. Sonra çocuk bir şeyi hatırlamış gibi telaşla“ Annem bekler gitmeliyim. Ben onun tek erkeğiyim.” Dedi. Geriye dönüp gitmek için bir adım atmıştı ki;
–“ ZAFER!” dedi ihtiyar. “ Ben bu hayatı yazmayı dahi beceremedim. Ama belli ki senin oynamaya kabiliyetin var!” Genç gülümsedi. Bu sözlerin hoşuna gittiği belliydi. Çünkü o çocuk değildi, adam olmuştu, anlayabilirdi böylesine manalı sözleri. – “ Evet” dedi. – “ Oynayacağım, zaten babam böyle isterdi” dedi ve karanlıkta yağmurun içinde yüzünü silerek gözden kayboldu…


28.08.2008 / 22:53

0 yorum:

Yorum Gönder