Karanlıkta...

28 Mart 2009 Cumartesi

 

Yürüyorum…

Her yer karanlık. Çok karanlık. Zifiri derecede.
İlerlemek için sırayla öne savurduğum ayaklarımı belli belirsiz hissediyorum sadece.
Önünü göremeden nasıl ilerler ki insan? Ama gidiyorum işte. Sağa, sola, arkama bakıyorum hiçbir şey gözükmüyor. Ama yolu biliyorum sanki. Hep ilerlediğim yol bu. Sessizce devam ediyorum yoluma. Arada bir ani ışıklar çakıyor. Korkuyor muyum ne?


Ürperiyorum…


Soğuk. Çok soğuk. Ayaza çalmış. Titriyorum soğuktan, yüzüm buz kesmiş. Ama anlamlandıramadığım bir sıcaklık var ellerimde. Belki de şu anda sıcak olan tek uzuvlarım; ellerim. Yüzüme dokunduruyorum ellerimi, ellerimdeki sıcaklık akıyor yüzüme. Bir rahatlama dalgası sarıyor beni. Ellerim yüzüme yapışık yürüyorum bir süre. Yoruluyor ellerim ve indiriyorum. Yüzümde izi kalan sıcaklık azalıyor gittikçe. Sonra kaskatı bir soğukluk bırakıyor yerine. Yüzümde bir şeyler donuyor, anlamıyorum.


Bir ışık huzmesi…

Gözümü alıyor bu ışık. Nereden, nasıl geldi hiç bilmiyorum. Işık alacak bir yer de yok ama… Geriye dönüp bakıyorum, belki arkamdan gelmiştir diye. Yok, orada da yok.
O da ne? Yerdekiler!? Parlayan bir şeyler vardı. Kırmızı…
Işık kayboluyor, her şey yeniden kararıyor.
İlerlemek için sırayla öne savurduğum ayaklarımı belli belirsiz hissediyorum sadece.
İlerliyorum gayr-i ihtiyari. Ritim tutuyorum sessizce.


Çığlıklar…


Duyuyorum, az ileriden bir yerden çığlıklar geliyor. Bu karanlıkta ne işi var insanların acaba? Hiç duraklamadan ilerliyorum. Olacağı varsa olur, biliyorum. Dudaklarım kıpırdıyor ancak ne söylediğimi çıkaramıyorum.
İlerlemek için sırayla öne savurduğum ayaklarımı belli belirsiz hissediyorum sadece.
Üşüyorum ama ellerim hala sıcak. Sesler yükseliyor. Yine karanlık ama fark ediliyor bir şeyler olduğu. Farkında olmadan duruyorum. Gözlerim takılıyor bu manzaraya.


Seyre dalıyorum…


Kuyu var. Nasıl denir, böyle sanki huni gibi. Meyilli ve ağzı aşağı doğru daralıyor. İnsanlar var çevresinde bu kuyunun. Birbirlerini görebiliyorlar mı şüpheliyim ama ben onları görüyorum, onlar da görüyorlardır birbirlerini o vakit diye düşünüyorum.
Ağlıyorlar. Ellerini uzatmışlar kuyunun ağız kısmına doğru. Yerler parlak. O yüzden ıslak mı değil mi kavrayamıyorum. Mermer gibi sanki. Ama kaygan olduğu her halinden belli. İçine düşen insanlar var. Diğerleri de ellerini uzatmış, düşenleri kurtarmaya çalışıyorlar. Ama nafile. Çığlık çığlığa düşüyorlar… Farkında olmadan ellerimi gözlerime götürüp akan birkaç damla yaşı silmeye çalışıyorum. Ellerimin değdiği yerler yine o tarifsiz sıcaklığa maruz kalıyor. Rahatlıyorum yine yürümeye koyuluyorum.


Yine ışık…

Taş çatlasın üç saniye sürüyor yine. Anlayamıyorum. Farkında olmadan geriye dönüp bakıyorum.
O da ne? Yerdekiler!? Parlayan bir şeyler vardı. Kırmızı…
Işık yeniden kayboluyor, her şey yeniden kararıyor. İçimdeki korku kokulu heyecan yerini dinginliğe bırakıyor. “Kibritçi Kız’ı mı oynuyorum?” diyorum içimden.
Sonrasında ilerlemek için sırayla öne savurduğum ayaklarımı belli belirsiz hissediyorum yine.


Üşüyorum ama ellerim sıcak…


Çok karanlık, çok soğuk. Uğulduyor kulaklarım. Karanlığa boğulmuş sesler, hiçbir şey duyulmuyor. Ay çıkıyor. Görüyorum. Etraf biraz belirginleşiyor. Etrafı keşfetmeye çalışıyorum. Hiç tanımadığım bir yer burası. Tanımlayabileceğim şeyler değil gördüklerim. Gözler var sanki her yerde. Kaymış bozulmuş suretler…
Bir yerden bir ses geliyor. Çok hafif ama. Zar zor duyabiliyorum.
Pıt… Pıt… Pıt…
Geriye dönüp bakmayı ihmal etmiyorum. Nereden geldim, nereye gidiyorum?
O da ne? Yerdekiler!? Parlayan bir şeyler var. Kırmızı…
İçimi heyecan dalgası sarıyor. Yoksa… Yoksa…


Korkuyorum, koşmaya başlıyorum…

Gücüm yettiğince, nefesim el verdiğince… İlerleyip ilerlemediğimi bilmiyorum ama koşuyorum. Nereye bu kaçış, neyden, kimden kaçıyorum? Suç mu işledim?
Bana bakan anlamsız gözler, şekli bozulmuş suretler, zar zor duyabildiğim ses hala daha var. Yüzüme çarpan soğuk beni boğuyor. Yakıyor.


Nefes nefese kalmışım…


Ayaklarımın dermanı kesiliyor. Arkama bakıyorum nedensiz, yavaşlıyorum sebepsiz. Duruyorum, kalıyorum ki başka seçeneğim de yok. Ellerimi dizlerime dayayıp, belimi büküp uzun uzun soluklar alıp veriyorum. Ellerimin değdiği dizlerimde, bir fazlalık ve o hoş sıcaklığı hissediyorum. Garipsiyorum, önemsemiyorum. Nefeslerim seyreliyor, ben doğruluyorum. Sırtımdan terler akıyor gıdıklama eşliğinde. Gülümsüyorum, bebek misali mayışıyorum. Sonra soğuyor, bu soğukta buz kesiyor. İrkiliyorum, çok üşüyorum. Üstümdeki kabanın düğmelerini ilikliyorum, bir güzel kenetliyorum kollarımı, bedenime giren soğuğu kesmek amaçlı. Ellerim dolu gibi. Olsun ziyanı yok. Onlar sıcak ya, yeter bana.
Bir yerden bir ses geliyor. Çok hafif ama. Zar zor duyabiliyorum.
Pıt… Pıt… Pıt…
Çıplak ayaklarıma ellerimdeki sıcaklık yayılıyor yavaş yavaş. Nasıl yani yaa? Ayaklarım parlıyor. Kırmızı…
Ayaklarıma eğilmiş bakarken gözlerim göğsüme takılıyor. Göğsüm parlıyor. Kırmızı…
Ve göğsüme soğuk doluyor. Yeni fark ediyorum bunu. Sanki bir boşluk var ve soğuk oraya doluyor. Kabanımı açıyorum, tarifsiz boşluğu anlayabilmek için.


Aman Allah’ım!

Yüreğim yok. Yeri oyulmuş, tırnaklanmış gibi. Göğsüm kanlar içinde. Canım çok yanıyor yeni fark ediyorum. Dizlerimin bağı çözülüyor. Zor duruyorum.
Ellerim…
Ellerim…
Bu elimde fazlalık hissettiğim şey…
O da ne? Ellerimde parlayan bir şey var… Kırmızı her yeri…
Ellerim titriyor. Hani sıcacıktı? Hani üşümüyordu?


Ellerim buz kesiyor, çok üşüyor…

Soğuktan korumak için yüzüme koyduğum ellerim… Gözyaşımı silmek için yüzüme sürdüğüm ellerim… Dinlenmek için dizlerime dayadığım ellerim…
Anlayamıyorum bu nasıl olur? Ne işi var yüreğimin benim ellerimde…


Diz çöküyorum zira artık dayanamıyorum. Ellerimi dua eder vaziyette birleştirip, ay ışığında karanlığa kaldırıyorum.
Bir yerden bir ses geliyor. Çok hafif ama. Zar zor duyabiliyorum.


Pıt… Pıt… Pıt…

Gözlerimin karardığını fark ediyorum; ancak karanlıkta bunu nasıl anladım bilmiyorum. Yere yığılıyor, bedenimi karanlığa ve soğuğa teslim ediyorum…

08.01.2009 / 22:26

0 yorum:

Yorum Gönder